10 Mayıs 2023 Çarşamba

TOTAL RECALL


YALAN HAYATLARA YAZILAN GERÇEK NOTALAR


Bir sabah uyanıyorsunuz ve aslında başka birisi olduğunuzu fark ediyorsunuz. Tamamen farklı bir hayat, yabancı bir aile ve dostlar, daha önce hiç yapmadığınız ama gayet rahat becerebildiğiniz bir iş sahibi olmak! Büyük ihtimalle delirdiğinizi düşünürsünüz ve normal şartlar altında da delirmek en normal tepki olurdu bu durumda. 


Bilim Kurgu dünyasının sınırları tam anlamıyla sonsuz. Öyle ki, kaçış edebiyatı veya bütün sanat türlerini bilim kurgu içine yedirirsek, kaçış türü dediğimiz, bu sınırsız distopya ve ütopya canavarı, akıl oyuncusu ve hayal gücü harikası dünyanın içinde gezinirken kendinizi kaybetmek işten bile değil. Yaratma gücünün ulaştığı zirvenin olmadığını ve hep daha fazlasının önünüze serildiğini görmek bu türün, çekim gücünü ve albenisini her geçen gün arttırmaya devam ediyor. Özellikle edebiyat alanında birkaç on yıl değil yüzyıllardır çıkan eserlerin sahibi o yaratıcı beyinler önünde, o beyinlerin yaşadıkları yüzyıllar ve çevrelerinden gördükleri baskılar göz önüne alındığında, saygıyla eğilmemek mümkün değil.



Bulunduğunuz andan belki elli yıl belki de yüzyıllar sonrasını konu alacak henüz gerçekleşmemiş olayları kafanızda yaratmak ve bunları kağıda dökmek, bir dantel gibi hayal gücünüzle bu kelimeleri cümlelere döküp sayfalar dolusu işlemek her yaratıcı zekanın yapabileceği bir iş değildir. Zamanın bu anlarında geçmişten günümüze yansıyan ve geleceğimize, yaptıkları toplumsal analizlerle ışık tutan muhteşem isimler kendi zaman boyutlarının ötesinde dünyaları bizlere miras bırakıp bu diyardan göçmüş olsalar bile, önümüze tuttukları ışığın hep yol gösterici olacağını bilmek, büyük bir hayranlık uyandırması yanında tüyleri ürperten bir durum haline geliyor aslında. 



İşte bu bahsettiğimiz dünyanın, kalemiyle hayranlık uyandıran sıra dışı ismi Philip K.Dick tam karşımızda duruyor şimdi. Aslında o, hayatımızın her anında karşımızda, yanımızda ve önümüzde ilerleyen biriydi. Sınırsız hayal gücüyle yarattığı dünyaların içine kondurduğu konular ve hayat verdiği kişilikler hep bizi anlattı. Birbirimizle verdiğimiz ve binlerce yıla dayanan o bitmek tükenmek bilmeyen mücadeleleri yazdı PKD. Kalemi hiç durmadı ve devamlı üretti. Dünyayı yeniden tanımladı, farklı gezegenleri ve galaksileri tekrar keşfetti, paralel evrenlere gitti ve kadim savaşları gördü, iktidar mücadelelerine tanık oldu, hiç bitmeyen aşkları başlattı ve en önemlisi bizimle hep akıl oyunları oynadı.

PHILIP KENDRIC DICK - PKD



"Ben bu dünyayı değiştiremeyeceğimi biliyordum; o yüzden başka dünyalara gittim."

Philip Kendric Dick ve kız kardeşi Jane Charlotte Dick, 16 Aralık 1928'de Chicago, Illionis'de, Dorothy ve Joseph'in çocukları olarak altı hafta erken doğdular. Doğumdan altı hafta sonra ikizi Jane'in ölümü, Philip'in hayatını ilerleyen yıllarda derinden etkilemiştir. Bu durum kitaplarında pek çok defa tekrarlayan "hayalet ikiz" sendromuna sebep olmuştur.


Anne ve babası Philip beş yaşındayken boşanırlar. Oğlunun velayetini alan Dorothy, Washington DC'de bir işe girerek oğluyla oraya taşınır. Burada ilkokula giden Philip ve annesi Haziran 1938'de tekrar Kaliforniya'ya dönerler ve Philip bu sıralarda bilim kurguyla ilgilenmeye başlar. Dick, 1940 yılında bilim kurgu dergisi Stirring Science Stories'i okumaya başlayarak bu sonsuz dünyaya ilk adımlarını atar.

Dick, Kaliforniya, Berkeley'deki Berkeley Lisesine kayıt olur. O ve diğer efsane bilim kurgu yazarı Ursula K. Le Guin, 1947 yılında aynı sınıfta olmalarına rağmen o yıllarda tanışmazlar. Mezun olduktan sonra Berkeley'deki Kaliforniya üniversitesine gider. Tarih, psikoloji, felsefe ve zooloji dersleri alır. Felsefe çalışmaları sonucunda, varoluşun içsel insan algısına dayandığına inanıyordu, bu da dış gerçeklikle tezat bir durum oluşturuyordu ona göre. Bütün bu arayışlar ve incelemeler neticesinde kendini panteist olarak tanımlamıştır. Platon'un eserlerini okuduktan ve metafizik alemlerin olasılıkları üstüne uzun süre kafa yorduktan sonra nihayetinde dünyanın tamamen gerçek olmadığı sonucuna varacaktır ve orada gerçekten olup olmadığını teyit etmenin bir yolu olmadığını görür. Bu görüşleri haliyle ilerleyen yıllarda eserlerine de yansıyacaktır. Dick, devam eden anksiyete sorunları nedeniyle okuldan ayrılır. 1948'den 1952'ye kadar Telegraph Avenue'de bir plak dükkanı olan Art Music Company'de çalışmıştır.  



1951'de 22 yaşındayken "Roog" isimli hikayesini satar ve bundan sonra tam zamanlı olarak yazmaya başlar. 1952'de Temmuz ve Eylül aylarında Jack O'Sullivan'ın editörlüğünü yaptığı Planet Stories ve The Magazine of Fantasy and Science Fiction dergilerinde öyküleri yayınlanır. 1955 yılında ilk romanı Solar Rotery çıkar. 50'li yıllar Dick için zorlu ve fakir geçer. Ağırlıklı olarak tür dışı, nispeten geleneksel romanlar yazar bu yıllar boyunca. Ana akım başarı hayali, Scott Meredith Edebiyat Ajansı'nın satılmayan tüm ana akım romanlarını iade etmesiyle Ocak 1963'te resmen biter. Bu çalışmalardan sadece biri olan Confessions of a Crap Artist yayınlanan tek ana akım romanı olur. 1963'te Yüksek Şatodaki Adam romanıyla en önemli bilim kurgu ödülü olan Hugo'yu kazanır. Bilim Kurgu dünyasında bir dahi olarak görülürken ana akım edebiyat dünyası buna değer vermiyordu ve kitapları Ace gibi düşük ücretli bilim kurgu yayıncıları tarafından yayınlanıyordu. Daha sonraki yıllarında da mali sıkıntılar yaşamaya devam eder. 1980'de toplu öyküler olarak yayınladığı The Golden Man'in girişinde şunları yazar;




"Birkaç yıl önce hasta olduğumda, Robert Heinlein yardım teklif etti ve biz hiç tanışmamıştık. Beni neşelendirmek ve nasıl olduğumu görmek için arardı. Bana elektrikli bir daktilo almak istedi. Tanrı onu korusun, yazılarında ortaya koyduğu hiçbir fikre katılmasam da Heinlein bu dünyada yaşayan birkaç gerçek beyefendiden biri. IRS'ye borçlu olduğum bir zaman Heinlein parayı bana borç olarak verdi. Ona ve eşine minnettarlık göstergesi olarak bir kitabımı adadım. Robert Heinlein güzel görünümlü bir adam, çok etkileyici ve asker duruşu sergileyen biri. Saç kesiminden bile askeri bir geçmişi olduğu söylenebilir. Çıldırmış bir ucube olduğumu biliyor ve yine de başımız dertte olduğunda bana ve karıma yardım ediyor. İşte gerçek insanlık budur."


1971'de Nancy Hackett ile olan evliliği bozulur ve California Santa Venetia'daki evden taşınır. Son on yılın çoğunda mali zorlukların üstesinden gelmek amacıyla daha fazla BK romanı yazarken üretkenliği arttırmak için amfetamin kullanımında aşırıya kaçmaya başlar. 1960 ve 70 arasında 21 roman yazmıştır ve bu süre zarfında uyuşturucu kullanımı had safhaya ulaşmıştır.

Bir gün evine geldiğinde her yerin darmadağın edilmiş olduğunu görüp hemen polisi arar. Yapılan soruşturma sonrası poliste, evi Dick'in kendisinin bu hale getirdiği kanısı oluşur. 1972 yılında Vancouver Bilim Kurgu Kongresine onur konuğu olarak katılır. Konferansta The Android and the Human adlı konuşmasını yaptıktan sonra orada tanıştığı Janis isimli bir kadınla aşk yaşar. Konferansın katılımcılarından The province gazetesi için film eleştirileri yazan Michael Walsh, Dick'i kalması için evine davet eder. Ancak iki hafta sonra Walsh, düzensiz davranışları sebebiyle yazarın evinden ayrılmasını ister. Bu sırada Janis'le olan ilişkisi de biter. 23 Mart 1972'de aşırı dozda sakinleştirici alarak intihara teşebbüs eder. Daha sonra destek alarak iyileşir ve Kaliforniya'ya geri döner.


Fullerton profesörü Willis McNelly (X-Kalay görevi sırasında Dick ile bir yazışma başlattı), Kaliforniya Eyalet Üniversitesinin emriyle Orange County, Kaliforniya'ya taşındığında, Üniversitenin Özel Koleksiyonlar Kütüphanesine el yazmaları, makaleler ve diğer materyalleri bağışlar. Bu yazışmalar, Pollak Kütüphanesi'nde Philip K.Dick Bilim Kurgu Koleksiyonu'nda bulunmaktadır. Bu süre zarfında Dick, KW Jeter, James Blaylock ve Tim Powers dahil olmak üzere birçok hevesli öğrenciyle arkadaş olur.

Özellikle 1974 yılı başından itibaren kullandığı ilaçların da etkisiyle çok güçlü halüsinasyonlar görmeye başlar ve bu görüler sırasında en sevilen eserlerinden biri olan Valis üçlemesini yazar.  

1974 yılında FBI'a bir mektup yazarak Kaliforniya Üniversitesi, San Diego Profesörü Fredric Jameson da dahil olmak üzere çeşitli kişileri Varşova Paktı güçlerinin ajanları olmakla suçlar. Ayrıca Stanislaw Lem'in muhtemelen Komünist Partinin emirleri üzerine kamuoyu üzerinde kontrol elde etmek için faaliyet gösteren bir karma komite tarafından kullanılan sahte biri olduğunu da yazar.


Yazdığı son roman Valis serisinin üçüncüsü olan Timothy Archer'ın Ruh Göçü, 1982'de ölümünden kısa bir süre sonra yayınlanmıştır.



17 Şubat 1982'de bir görüşmeyi tamamladıktan sonra, görme bozukluğu nedeniyle terapistiyle temasa geçer. Kendisine hemen hastaneye gitmesi önerilir. Önerileri dikkate almayan yazar ertesi gün evinde felç geçirmiş olarak bulunur. 25 Şubat 1982'de hastanede beyin ölümüne yol açan başka bir felç daha geçirir. Beş gün sonra 2 Mart 1982'de yaşam desteğiyle bağlantısı kesilir. Dick'in ölümünden sonra babası Joseph, oğlunun küllerini Fort Morgan Colarado'daki Riverside Mezarlığına götürür. Bebekken ölen ikiz kız kardeşi Jane'in yanına gömülür ve 53 yıl sonra mezar taşında ikisinin de adı yazılıdır artık. Philip K.Dick'in ölümünden yaklaşık dört ay sonra bilim kurgu sinemasının başyapıtlarından, Ridley Scoot yönetiminde Blade Runner gösterime girer.

GERÇEĞE ÇAĞRI'DAN NOTLAR!

- Filmin gelişim aşamasının başlangıcı, yapımcı Ronald Shusett'in 1974'te, Dick'in 1966 yılında yazdığı 23 sayfalık "We Can Remember It For You Toptan" isimli öyküsünü bin dolara satın almasıyla başlar.
- Öykünün adını, Total Recall olarak değiştiren Shusett, senaryoyu yazmak için Dan O'Bannon ile birlikte çalışır.


- Öykü çok kısa olduğu için, senaryolaştırma aşaması da sorunlu olur. İlerleyen yıllarda senaryonun bitiş kısmı sorunu devam eder ve proje 1982'de yapımcı Dino De Laurentiss'e satılır.
- De Laurentiis, filmi yönetmesi için projenin başına David Cronenberg'i getirir. Cronenberg, filmin sonu için 12 ayrı taslak hazırlar. Yönetmen, filmin Blade Runner tarzı bir ciddiyette olmasını isterken yapımcıların tam tersine daha hafif ve eğlenceli bir film istemeleri anlaşmazlığa neden olur ve Cronenberg projeden çekilir. 

David Cronenberg

- Senaryoyla ilgili problemler hâlâ devam ederken, projenin başına yönetmen olarak Bruce Beresford getirilir. Beresford'un gelişinin ardından, Quaid rolü için Patrick Swayze seçilir. 
- Tam bu sırada, yapımcı Laurentiis'in şirketinin iflas başvurusunda bulunması sonucunda, Avusturalya'da inşa edilen setler iptal edilir. Yaklaşık 80 çalışan işten çıkarılırken, film için o güne kadar yaklaşık 14 milyon dolarlık bir harcama yapılmıştır.


Patrick Swayze

- 1980'lerin ortalarından beri projeden haberdar olan Arnold Schwarzenegger, Ouaid rolünü oynamak ister ancak yapımcı Laurentiis, oyuncuyu bu rol  için uygun bulmaz. Yapımcı şirketin iflasının ardından 
Schwarzenegger bir kez daha devreye girer ve bağımsız bir film stüdyosu olan Carolco Pictures'in sahipleri Andrew G.Vajna ve Mario Kassar'ı ikna ederek projeyi satın aldırır. Başrolde kendisi oynayacaktır ve yönetmen olaraksa 1987 yapımı Robocop filmini yöneten Paul Verhoeven'i işe alır. 


Paul Verhoeven

- Bütün bu gelişmelerin neticesinde tam on altı yıllık geliştirme, yedi yönetmen, dört yardımcı yazar ve kırk senaryo taslağının ardından Total Recall'un çekimleri başlar.


- Oyuncu seçimlerinde, Verhoeven, Cohaagen'in tetikçisi olarak Michael Ironside'ı seçer Daha önce RoboCop filminde kötü karakteri canlandırması için yapılan teklifi geri çeviren Ironside, bu filmde ki rolünü daha çok sosyopat olarak gördüğünden seçmelere girerek rolü alır. Kadın oyuncular içinse Rachel Ticotin ve Sharon Stone zorlu sahneler nedeniyle atletik yapıları göz önüne alınarak seçilirler. Cohaagen rolü içinse, daha önce Verhoeven'le Robocop filminde de çalışan Ronny Cox ile anlaşma yapılır. 


- Filmin çekimleri Nisan ve Mayıs 1989 arasında çekilmeye başlar. Başlangıç bütçesi 30 milyon dolar olarak belirlenen filmin nihai bütçesi 48 ile 80 milyon dolar arasında tutar.
- Total Recall neredeyse tamamen Mexico City'de, Estudios Churubusso'daki setlerde çekilir. 


- Shusett ve Goldman sette hazır bulunurlar ve gerektiğinde ek olarak yeniden yazımlar yaparlar. Bu yeni eklemelere rağmen senaryoya sadık kalınır ve sadece yüzde bir oranında değişiklik yapılır.
- Çekimler boyunca yaralanmalar ve hastalıklar ekibin peşini bırakmaz. Özellikle sette yoğun toz soluması ciddi sorunlara yol açar. Daha önceden Predator'un çekimlerinden deneyimli Shusett ve Schwarzenegger yemeklerini ABD'den getirtirler. Sette gıda zehirlenmesi de çok yaşanır. Çekimler sırasında trenin camını kırma sahnesinde Schwarzenegger kolunu yaralar ve yara izleri ceketi yardımıyla kapatılır.


- Total Recall, minyatürler ve bluescreen efektleri dahil 100'den fazla görsel efekt içerir. 
- Michael Ironside, Mars otelindeki kovalamaca sırasında iki kaburgasını kırar. Üç haftalık bir dinlenmenin sonunda ekibe tekrar katılan oyuncu için, Schwarzenegger ile asansör sahnesindeki dövüş bölümünü çekmek bir hayli zor olur.


- Başlangıçta 15 Haziran olarak belirlenen gösterim tarihi, aynı gün gösterime giren Dick Tracy ile rekabeti önlemek için iki hafta sonraya ertelenir.

GERÇEĞE ÇAĞRI VE MÜZİKLER

- Yapımcılar, bütçesi düşük olduğu için ilk etapta müziklerin Münih'te kayıt edilmesini planlarlar. Ancak Goldsmith'in tarzına aşina olmayan orkestrayla yapılan kayıtlara büyük hayal kırıklığı yaratır. Bütçenin yükseltilmesi için onay verilir ve National Philharmonic Orchestra ile tekrar stüdyoya girilir. Sonuç muhteşem olur ve filmle birlikte piyasaya sürülen albüm büyük ilgi görür. Özellikle, filmin temposuna ana tema unutulmaz besteler arasındaki haklı yerini alır.

GERÇEĞİN NOTALARINI YAZAN DEHA

JERRY GOLDSMITH



10 Şubat 1929'de doğan Jerry Goldsmith, Jacob Gimpel'den piyano, Mario Castelnuovo-Tedesco'dam kompozisyon ve teori üzerine ders alır. Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde Miklos Rozsa tarafından verilen film kompozisyonu derslerine de katılır. 1950'de CBS'de besteci olarak çalışır. Uzun süre CBS'de çalışan Goldsmith Revue Stüdyoları tarafından gerilim dizilerinin müziklerini bestelemesi için işe alınır. Bu sırada ünlü besteci Alfred Newman ile tanışan Goldsmith ilk uzun metrajlı çalışmasını 1963 yılında Lonely Are The Brave filmi için yapar.


Ardı ardına A Patch Of Blue (1965), The Blue Max (1966) ve en önemli albümlerinden biri olan The Sand Pebbles (1966) ile tam bir patlama yaşar. Goldsmith eserlerinde özellikle farklı türler deneyen cesur bir bestecidir. 1968'de Planet Of The Apes ile çok farklı enstrümanlar kullanarak deneysel işleri arasında en popüler çalışmalarından birine imza atacaktır. Arka arkaya Patton ve The Wind And The Lion albümleri Oscar'a aday olan besteci artık zirveye iyice yaklaştığı sırada efsane korku serisi Omen filminin ilkiyle 1976 yılında Oscar ödülünü kazanır. Bu muhteşem çalışmanın ardından 1979 yılında gelen bir diğer efsane seri Alien'ın ilk filmine yaptığı müzikler besteciyi zirveye oturtur. Goldsmith deneysel çalışmalarına elektronik müziği de ekleyerek farklı işlerle adından söz ettirmeye devam edecektir.


Elektronik müziği orkestrayla beraber kullanmaktan hiç çekinmeyen sanatçı, 1970'lerin ve 1980'lerin sonlarında Star Trek sinema filmlerine yaptığı müziklerle adından yine çok söz ettirir. Nick Nolte'un başrolünde yer aldığı muhteşem Under Fire filminin unutulmaz besteleri yanına Hoosiers filminin müzikleri de eklenince bestecinin yükselişi iyice hızlanır. 90'lı yıllara geldiğimiz zaman çalışma hızı katlanarak çoğalır ancak kalite konusunda düşüşler yaşanmaya başlar. The Russia House, Rudy, Basic Instinct, Total Recall, Ghost and The Darkness, The Mummy ve The 13th Warrior gibi çalışmaları 90'ların unutulmaz işleri olur.


Goldsmith mütevazı ve esprili kişiliğiyle sektörde çalışılacak en iyi bestecilerden biri olmuştur. Pek çok yönetmen ve yapımcının özellikle kendisiyle çalışmak istemesi, bestecinin son yıllarına doğru artan albüm trafiğini en iyi açıklayan nedenlerin başında gelir. Her durumda yaptığı işten keyif alan sanatçının Planet Of The Apes'in kayıtları sırasında maymun maskesi takarak çalışmaları yürütmesi esprili kişiliğine örnek olarak gösterilebilir. Goldsmith'in kariyeri boyunca yapımcılar tarafından reddedilen işleri de olmuştur. Alien Nation (1988), Gladiator (1992), The Public Eye (1992) ve ironik bir şekilde son çalışması olan Timeline (2003) filmleri için ürettiği besteler kullanılmamıştır.


Goldsmith, kanserle süren uzun mücadelesi sonunda 21 Temmuz 2004 yılında 75 yaşında Beverly Hills'de evinde uykusundayken huzur içinde, eşi Carol, çocukları Aaron, Joel, Carrie, Ellen Edson, Jennifer Grossman ve altı torun tarafından sonsuzluğa uğurlanmıştır. Goldsmith sinema tarihinin en üretken bestecilerinden biri olarak tarihe geçmiştir. Çalışmaları hâlâ ilgi görmeye devam eden ve yeni besteciler tarafından örnek alınan bir isim olmayı sürdürmektedir.



SOUNTRACK ALBUM


1990 yılında piyasaya çıkan ilk albümde 10 parça yer alır. 2000 yılına geldiğimizde piyasaya Deluxe Albüm sürülür. 27 parçanın yer aldığı albüm özellikle koleksiyon yapan merakları mest eder. Nihayetinde filmin 30. yılı olan 2020'ye geldiğimizde, hem cd hem de plak formatında ekstra parçalar da dahil edilerek bir kere daha piyasaya sürülür.
 

TOTAL RECALL

27 parçalık deluxe albümden öne çıkan parçaları ele alacağız bu incelemede. Karşımızda çok dolu bir çalışma var ve sadece ana tema değil, pek çok yan tema da tek başlarına farklı filmlerde kullanılabilecek kalitedeler. 

The Dream, 


İşte muhteşem açılış. Orkestranın dinamik performansına eşlik eden elektronik enstrümanların da birlikteliğiyle ortaya çıkan ve bir saniye bile ritmi düşmeyen parça filmin jeneriğinde karşımıza çıkıyor. Yaylılara, nefeslilerin katıldığı ve çok farklı seslerin bu katılımı kuvvetlendirdiği parçanın sonu Mars gezegenine bağlanıyor ve filmin kahramnı Quaid'in rüyasını izliyoruz. Temponun yavaşladığı bu bölüm, orkestranın gerilimli yükselişiyle son buluyor

The Implant,


Albümün en hareketli parçalarından biri. Meraklı Quaid, Recall şirketinde beynine, tur ekim izni verdikten sonra yaşanan gelişmeler. Sakin bir girişle açılışı yapıyor orkestra. Tekinsiz bir ilerlemeyle yaylılar ve nefesliler tempoyu yavaş yavaş arttırıyor ve bu tekinsiz gidiş yerini iyice hareketlenen ve temposunu zirveye çıkaran bir hâle dönüşüyor. Allegro ve andante arasında ilerleyen parça temposunu düşürerek sonlanıyor.

Clever Girl,


Recall'dan kaçan Quaid'in otelde sahte eşiyle karşılaşması ve filmin en hareketli kaçış sahnelerinin başladığı bölümler. Tabii burada muhteşem bir orkestra performansı dinliyoruz. Nefesli ve vurmalı enstrümanların temkinli ama her an harekete geçecek girişiyle başlayan parça, sahnelerin akış hızına uyarak temposunu arttırıyor ve sonuna kadar özellikle yaylıların ve nefeslilerin öncülüğünde devam ediyor.

A New Face, 



Quaid'in dünyadan kaçarak sahte kimlikle Mars'a geldiği bölümdeyiz. Gümrükten geçerken taktığı maskenin arızalanması sonucu bölgede yaşanan çatışma anına uyan orkestra yine tempoyu en yükseğe çıkarıyor ve düşürmeden devam ediyor.

Swallow It, 



Quaid'in, Mars'ta kaldığı odaya gelen eşi olarak bildiği Lori ile tanımadığı doktorun, kendisini bir rüyanın içinde olduğuna inandırmaya çalıştığı sahnedeyiz. Bu gerilim yüklü sahne, orkestranın yavaşça yaptığı girişin ardından, gerilim ve tempoyu arttırıp zirveye çıkarmasıyla bitiyor. 

Without Air, 



Quaid ve Melina'nın, Cohaagen'ın adamlarından kaçarken, Cohaagen'ın, gezegenin alt tabakadan insanların yaşadığı Sektör-G'nin oksijenini kestiği bölümdeyiz. Sahnenin dramatik yapısına uygun olarak orkestra parça boyunca andante bir hızla ilerliyor ve bitiyor.

The Mutant, 



Kuato ile karşılaşma anı ve albümün ana temadan sonra en iyi parçasının giriş zamanı. Kuato'nun, Quaid'in ellerini tutarak onun zihnine girişi ve dağın altındaki uzaylı yapısını gösterdiği muhteşem sahneler. Orkestraya hakim olan tamamen yaylılar bu parçada ve andante başlayan parçanın animato (canlı, hareketli) ve akabinde marcato'ya (güçlü, belli ederek) geçiş yapmasıyla devam eden çok güçlü bir beste dinliyoruz.  

The Massacre, 



Kuato buluşması devamında direnişçilerin merkezine yapılan baskın sahnesindeyiz. Güçlü bir orkestra girişi ve albümün en hareketli parçalarından birini dinliyoruz. 


The Treatment, 



Quaid ve Melina'nın, Cohaagen'ın adamları tarafından yakalanması sonrası, bellekleri değiştirilirken kaçmaları ve filmin finaline kadar sürecek müthiş bir aksiyonun süreceği bölümlerdeyiz. Orkestra burada ağırlıklı olarak güçlü ve yüksek tempoyla çalıyor besteyi. Belli bölümlerde durağan bir tempoya geçerken hemen sonrası hızını daha da yükseltiyor ve ana tema destekli bölümlerle parçanın sonuna kadar temposu devam ediyor.
 

The Hollowgram, 



Dağın altındaki uzaylıların muhteşem yapısındayız. Quaid'in amacı, uzaylıların kurduğu sistemi çalıştırmak ve Cohaagen'ın has adamı Richter yine sahnede. Parçanın başlangıç girişi The Mutant ve devamında Quaid, askerler ve Richter arasında yaşanan çatışma ve kahramanımızın hologram aletini kullandığı bölümlerde orkestra yine coşuyor ve aralarda es verdiği parça, Quaid ve Richter'in son hesaplaşması eşliğinde, elektronik enstrümanlarında katkısıyla temposunu yavaşlatarak bitiyor. 


End of a Dream, 



Final sahnesindeyiz ve Quaid sonunda uzaylıların sistemini çalıştırmak üzere ana kumanda odasına ulaşmıştır ve Cohaagen son kapışma için aletin başında elinde bir bombayla beklemektedir. İşte bu andan itibaren albümün en hareketli parçası başlıyor ve başından sonuna kadar müthiş bir performansla ilerliyor. Altı dakikaya yakın süren parçanın son anlarında tempo ancak düşüyor ve bu efsane filmin son sahnesine geçiş yapıyoruz.+

A New Life, 



Sistem başarıyla çalıştırılmış ve bir rüya gerçek olmuştur artık. Mars gezegeninin tamamına yayılan oksijen sayesinde, havası kesilen Sektör-G ve diğer bütün bölgelerde halk şaşkınlık içinde bu mucizeye tanıklık ederler. Quaid ve Melina bu mucizeyi birlikte izlerlerken filmin kapanış jeneriğiyle Total Recall sona erer. Üç dakikadan fazla süren kapanış parçasında, orkestra görkemli andante girişiyle başlıyor ve devamında temposunu yavaşça yükseltirken parçaya yaylıların hakim olduğunu görüyoruz. Bu görkemli beste, görkemli görüntüler eşliğinde sona doğru ilerlerken temposunu yükseltip bitiyor. Parça içerisinde ise son sürpriz, yaklaşık on saniye sonra çalmaya başlayan, Recall şirketinin reklam müziği oluyor. 


TOTAL RECALL - SON SÖZ


90'lı yılların özellikle Hollywood açısından sinema adına altın yıllar olduğunu söylersek sanırım abartmış olmayız. Hemen her türde muhteşem yapımlar izlediğimiz süreçten tabii ki bu filmlerin müzikleri de nasibini aldı ve arka arkaya unutulmaz soundtrack'ler çıktı ortaya. Jerry Goldsmith'in en üretken zamanına denk gelen Total Recall, 1990 yılından itibaren yaklaşık 15 yıl sürecek müthiş bir sinema çağının başlangıcına denk gelerek, efsaneler arasındaki yerini haklı olarak almıştır. 


Neredeyse bütün parçaları rahatça dinlenen, her bestesi özenerek hazırlanmış ve filmle mükemmel bir uyum içinde olan albüm piyasaya çıktığında da bir hayli ilgi görmüştür. İlk albüm ve 2000 yılında piyasaya çıkan deluxe albümle birlikte özellikle koleksiyoncuların arşivleri için vazgeçilmez parçalarından biri olan albümün Goldsmith kariyerinde de özel bir yeri vardır. 


Günümüzde Cd ve Plak satışları eskisi gibi olmasa da, bunları hâlâ toplamaya devam eden ciddi sayıda meraklı var ve 1990 tarihli 10 parçalık albümün koleksiyoncular arasında çok rağbet gördüğünü de belirtmem lazım. Bunun dışında deluxe albümü, youtube ve spotify üzerinden dinlemeniz mümkün.



İncelememizi, Mars Federal Güvenlik Biriminin, birinci dereceden önemli kategorisinde yer alan bir ilanıyla bitirelim. 



En uzak yıldızlar, gerçek ve doğru yolunuzun ışığı olsun sevgili dostlar... 

17 Nisan 2021 Cumartesi



THE ABYSS 

OKYANUSA İŞLENEN NOTALAR

Ne kadar hırslısınız? Ne kadar kararlısınız? Hırsınız ve karalılığınız sizi hangi noktalara götürür? Gittiğiniz noktanın ötesi çevrenize zarar vermeye başlarsa "artık durmam" gerek diyebilir misiniz? Yüzbinlerce yıldır gezegenin kaynaklarını hunharca kullanan ve tüketme yolunda hızla ilerleyen bir tür olarak bu tüketim çılgınlığının sonu nereye varacak diye hiç düşündüğünüz oluyor mu? Zaman zaman belki soruyorsunuz ancak bu soruların aralığı hem çok uzun oluyor hem de sorunun cevabını bile çoğunlukla düşünmüyorsunuz, düşünmüyoruz! Yaşadığımız gezegenin dışında başka bir galaksiye ve yaşanabilir bir gezegene ulaşma ihtimalimiz bugün itibariyle yok denecek kadar az. Bundan yüzlerce yıl sonra eğer insan denen hayvan türü kendi hırsına yenik düşüp türünü yok etmezse sonsuzluğa uzanan uzay boşluğunda belki de binlerce yıl sürecek serüvenlere atılacaktır. Ancak o güne kadar üstünde yaşadığımız ve yaşam şartlarının biyolojimize uygun olduğu tek gezegenimiz Dünyayı her durum ve şart altında korumak en önemli vazifelerimizden biri olacaktır.  


Dünya, Samanyolu Galaksisinde tek yaşanabilir gezegen olarak acaba sadece bize ve birlikte yaşadığımız diğer hayvan türlerine mi ait? Yoksa binlerce yıldır gezegenimizi ziyaret ettiklerini düşündüğümüz üçüncü bir türe de zaman zaman ev sahipliği yapıyor mu? Sinema dünyasının yüz yılı aşkın serüveninde bu soru defalarca sorulmuş ve hayal dünyası geniş senarist ve yönetmenlerin elinden çıkan filmlerle cevaplandırılmaya çalışılmıştır. H.G. Wells, Dünyalar Savaşı romanında yakın komşumuz Mars'tan gelen istilacı uzaylıları anlatır ve yine Wells, 1897 yılında In The Abyss isimli kısa hikayesinde deniz altında yaşayan uzaylıları anlatır. 19. yüzyıla damgasını vuran Wells'in yazdığı Dünyalar Savaşı defalarca sinemaya uyarlanmış ve her defasında Dünya dışı varlıkların hikayesi seyirciden yoğun ilgi görmüştür. In The Abyss hikayesi ise yüz "yıla yakın bir süre sonra Hollywood'un yükselişe geçen yeni dahi yönetmeni James Cameron tarafından hak ettiği ilgiye mazhar olacaktır.  


YOĞUN BİR ÇALIŞMA SÜRECİ

Ocak 1994'te ABD Ohio sınıfı denizaltı USS Montana, tanımlanamayan su altındaki bir cisimle karşılaşır ve Cayman Trough yakınlarında batar. Sovyet gemileri denizaltıyı kurtarmaya çalışırken bölgede büyük bir kasırga patlamak üzeredir ve ABD hükümeti, bir SEAL ekibi toplayarak, Cayman Trough yakınlarında su altı sondaj çalışması yapan özel bir şirketin ekibinden denizaltıyı kurtarmak konusunda ortaklaşa hareket etmelerini ister. Bu andan itibaren kurtarma çalışmaları başlar ve bu sırada ekibimiz garip cisimle de temasa geçmiş olur. 


H.G.Wells, 1897 tarihli kısa öyküsü In the Abyss'in içeriğinde ilk defa deniz uzaylıları kavramını ortaya atmıştır. Bu hikayeden etkilenen genç Cameron'un kafasında canlanan hikaye zaman içinde gelişti. Özellikle denizaltında sıvı nefes yöntemini içinde barındıran bir hikaye üstünde durdu ve yıllar sonra The Abyss ortaya çıkmış oldu. Cameron ve yapımcı Gale Anne Hurd büyük bir hevesle hazırlıklara giriştiler ve senaryoyu yazan Cameron baş kadın karakter Lindsey'i yazarken karakteri Hurd'a dayandırarak yazdı. Senaryo 1987 sonunda bitti. Cameron ve Hurd, The Abyss'den önce evlendi, yapım sırasında ayrı yaşamaya başladılar ve yapım sonrası şubat 1989'da da boşandılar.

Oyuncular ve ekip, Cayman Adaları'nda bir hafta boyunca sualtı dalış eğitimi alır. Çekimlerin %40'ı su altında yapılacağından dolayı bu gerekli bir eğitimdi. Ayrıca sualtı çekimleri için deneysel ekipmanlar hazırlanmıştır. Bunlardan en önemlisi yönetmenin oyuncularla sualtı çekimleri sırasında diyalog kurmak amacıyla geliştirilen iletişim aracıdır. 


Cameron başlangıçta çekimleri hikayenin geçtiği Bahamalar'da yapmayı planlamıştır. Ancak görsel efektler ve dublörlü çekimlerin bolluğu sebebiyle tamamen kontrollü bir ortama sahip olunması gerektiği fark eder. Filmi, filtrelenmemiş en büyük su deposuna sahip Malta'da çekmeyi düşünür ancak ihtiyaçları için yeterli olmadığını görür. Nihayetinde su altı sahneleri, daha önce 700 milyon dolar harcandıktan sonra Duke Power yetkilileri tarafından terk edilen Güney Carolina, Gaffney dışında, Cherokee Falls'un güneyinde yer alan Gaffney Stüdyoları'nda çekilir. 

Çekimlerde özel olarak inşa edilmiş iki tank kullanılmıştır. Bu devasa tankları doldurmak 5 gün sürmüştür. Set yapımı için 2 milyon dolar harcanmıştır. Ayrıca, dünyanın en büyük yeraltı gölünde de çekimler yapılmıştır. Missouri, Bonne Terre'de bir maden, birkaç sualtı çekiminin arka planını oluşturmuştur. 


Çekimler 15 Ağustos 1982'de başladı, ancak irili ufaklı sorunlar vardı. Ana tank, çekimin ilk gününde su sızdırdı ve ciddi miktarda su dışarı aktı. Stüdyoya derhal baraj onarım uzmanları getirildi. Ek olarak dirsek bağlantılı devasa borular da yanlış monte edilmişti. Bu sebeple aşırı su basıncından dolayı dirsekler yerinden kopmuştu.

Cameron'un görüntü yönetmeni Mikael Salomon, özel olarak tasarlanmış su geçirmez muhafazalarda üç kamera kullanmıştır. Filmin yapımcıları, suyu çekecek kadar berrak ve 700 metre yükseklikte gerçekçi görünecek kadar karanlık tutmanın yolunu tankın üstünü kaplayan muazzam büyüklükte bir brandayla çözmüştü. Ayrıca Cameron, oyuncuların yüzlerini görmek ve diyaloglarını duymak için su altında optik olarak berrak kalacak ve her bir kaska son teknoloji, uçak kalitesinde mikrofonlar takacak kasklar üretmek üzere Western Space and Marine'i kiralamıştı. Güvenlik koşulları, sahada bir dekompresyon odası yanı sıra bir dalış zili ve her oyuncu için bir güvenlik dalgıcının bulunması şeklinde ayarlanmıştı.

Filmde kullanılan sıvı solunum, gerçekte sadece hayvanlar üzerinde test edilmiştir. Filmde gösterilen fare gerçekten sıvıyı soluyordu ve zarar görmeden hayatta kalmıştır. 

Ed Harris sıvıyı gerçekten solumaz ve büyük tankın yüzeyinin 30 fit altında yapılan çekimlerde nefesini sıvı dolu bir kask içinde tutar. Oyuncular sahnelerini 33 fitte ve dekompresyon odasına ihtiyacın olmadığı sığ bir derinlikte oynamışlardır. Nadiren bir seferde bir saatten fazla sualtında kalmışlardır. Cameron 26 kişilik sualtı dalış ekibiyle 50 fitte çekimler yapmış ve bir seferde beş saat kalmıştır. Dekompresyon hastalığından kaçınmak için, tankın ortasındaki hortumlardan iki saat kadar bir süre boyunca saf oksijen solumak zorunda kalmışlardır. 

Oyuncular ve ekip, izole bir sette altı ay boyunca, haftada altı gün, 70 saat süren yorucu bir süreç yaşamışlardır. Oyuncuların bu süre zarfında psikolojik sorunlar yaşadıkları gözlenmiştir. Hatta Cameron bile, çekimlerin zor olacağını bildiğini ancak bu kadarını beklemediğini ve bir daha asla yaşamak istemediğini itiraf edecektir. 

Yapım ilerledikçe, çekimlerin hızı düşmeye başlar. Özellikle oyuncu kadrosu ve ekip aşırı yükleme neticesinde çok yıpranmışlardır. Marry Elizabeth Mastrantanio "Hiçbir sahneye tek bir günde başlamadık ve bitirmedik" diyerek isyan eder. Çekimlerden birinde setten koşarak kaçar ve "Biz hayvan değiliz" diye çığlık atarak bağırır. Ed Harris yine aynı şekilde pek çok sahnede isyan bayrağını açacaktır. Michael Biehn de, beş ay boyunca Güney Carolina'da kaldığını ve yalnızca üç ila dört hafta boyunca hareket ettiğini iddia edecektir. Biehn, bir çekim sırasında, 10 metre su altında aniden ışıkların sönmesi sonucu etrafın zifiri karanlığa gömülmesi üzerine bir an yukarıya çıkamayacağını düşünecek, Ed Harris, bir gün soyunma odasında bütün oyuncuların aşırı stres ve birikim sonucu etrafta ne varsa kırıp döktüklerini anlatacaktır. Bütün bu yaşanan olaylar ve şikayetler neticesinde 140 gün ve 4 milyon dolarlık bütçe aşımı sonrası çekimler 8 Aralık 1988'de tamamlanır. Filmin tanıtımlarında yer almayacağı söylenen Ed Harris iddiaları reddederek tanıtım çalışmalarına katılır. Ancak film gösterime girdikten sonra Harris ve Mastrantonio filmin ağır şartlarını ve olumsuz koşullarını protesto etmişler ve filmi reddetmişlerdir. 










Filmin efektleri için Industrial Light & Magic ve Dream Quest Images firmalarıyla anlaşıldı. Fox, filmin bütçesini 43 milyon dolar olarak belirlemişti. Ancak çekimler bittiğinde ortaya 70 milyon dolarlık bir bütçe çıkmıştı. The Abyss gösterime girdikten sonra dünya çapında yaklaşık 100 milyon dolarlık bir hasılat elde etti. Zaman içinde piyasaya çıkan uzatılmış versiyonuyla birlikte video kaset, dvd ve bluray satışlarıyla hasılatını hatırı sayılır noktalara taşımıştır. 

Filmin müzikleri ise, özellikle dönemin en popüler isimlerinden biri olan Alan Silvestri'ye emanet edilmiştir. Silvestri, Predator ve Geleceğe Dönüş serisi sonrası popülerliğini arttırmış ve Cameron'un ilk tercihi olmuştur.

EFSANE İSİM ALAN SILVESTRI

1950'de NewYork'ta dünyaya gelen Alan Silvestri, 15 yaşındayken beyzbol kariyeri yerine müzik kariyerinde basamakları nasıl çıkarım düşüncesiyle kendini Boston'da Berklee müzik okulunda bulur. Daha sonrasında Las Vegas'a taşınan besteci burada R&B efsanesi Wayne Cochran ile turnelere çıkmaya başlar. Silvestri Las Vegas'ta aranjör olarak kariyerine devam ederken bir arkadaşının albüm düzenlemelerini yapmak üzere Los Angeles'a gider ve burada Quincy Jones'la pek çok projede çalışmış olan Bradford Craig'le tanışır. Bu tanışma adeta hayatında bir dönüm noktası olacaktır. Küçük bir prodüksiyon şirketi, çektiği düşük bütçeli bir filme Craig'den besteci bulmasını ister. Craig böylece henüz 22 yaşında olan Silvestri'ye ilk işini kazandırır ve The Doberman Gang filminin müzikleriyle Alan Silvestri sektöre ilk adımını atar.


Besteci 1978 yılına kadar düşük bütçeli film müzikleriyle kariyerine devam ederken, TV dizisi Chip ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. 1984 yılına geldiğimizde bestecinin kariyerindeki asıl dönüm noktası gerçekleşir. Chip dizisinin müzik editörlerinden biri üzerinde çalıştığı bir projeyle ilgili gerekli müzikal etkiyi bir türlü yakalayamaz ve Silvestri'yi arar. Filmin yönetmeni Robert Zemeckis ile bir görüşme ayarlanır ve Michael Douglas ile Kathleen Turner ikilisini bir araya getiren serüven filmi Romancing The Stone için anlaşma sağlanır. Silvestri filmin ana temasıyla ilgili üç dakikalık bir demo hazırlar ve bütün gece süren ve ertesi güne sarkan görüşmeler neticesinde ikili arasında daimi bir işbirliğinin ilk adımları da atılmış olur. Karşılaştıkları gün aynı renkte iki kazak giymiş olan bu iki adam günümüze kadar ulaşan sağlam bir birliktelik neticesinde Back To The Future serisi başta olmak üzere, Forrest Gump ve Contact gibi pek çok efsane işe imza atarlar.



Kariyeri boyunca Oscar dışında pek çok ödül kazanan başarılı besteci yoğun bir tempoda çalışmaya ve üretmeye devam ediyor. Halen Kuzey California'da Monterey yarımadasında ailesiyle beraber yaşayan besteci aynı zamanda Carmel vadisinde kurduğu Silvestri bağlarında müzik dışında leziz şaraplar üretmekle uğraşıyor. Pek çok marka altında şarap üreten besteci "Müzik ve şarap yapımında sanatın ve bilimin harmanlaması gerekiyor, tıpkı notaların kendi sesini melodiye getirdiği gibi, her asma da şaraba kendi benzersiz kişiliğini getiriyor" diyor. Pilotluk lisansı da olan Silvestri iş toplantıları için sık sık tek motorlu uçağıyla Los Angeles ve evi arasında mekik dokuyor ve notalara can vermeye devam ediyor.

Alan Silvestri, The Abyss için 1922 yılında gösterime giren uzun versiyon için de müzikler bestelemiştir. Filmin her iki versiyonu da ABD'nin çeşitli eyaletlerindeki sinemalarda zaman zaman gösterilmeye devam etmektedir.

SOUNTRACK ALBUM

1989 yılında çıkan ilk albümde 13 parça yer alır. Filmin 1992 yılında vizyona giren uzun versiyonu için yeni besteler eklenmiş ve bütün parçaların yer aldığı bir albüm 2014 yılında piyasa sürülmüştür.

THE ABYSS




Main Title, 


Albümün ana tema parçası koronun huşu veren sesiyle giriş yapıyor ve orkestranın canlı çıkışıyla yerini trampetlere bırakıyor. Bu bölümde nükleer denizaltının uğradığı kazayı izliyoruz.

Search the Montana,


Kayıp denizaltının arandığı sahne ve orkestranın düşük tonlarda çaldığı bir geçiş parçası dinliyoruz. Tempo başından sonuna kadar tedirgin edici bir havada ilerliyor.

The Crane,


Albümün en hareketli parçalarından birini dinliyoruz. Orkestranın ayakta olduğu ve gerilim düzeyinin parçanın sonuna kadar düşmediği parça, SEAL ekibiyle üs sakinlerinin yaşadığı gerilimi çok uygun bir şekilde iletiyor kulaklara

The Manta Ship,


Albümün en uzun parçalarından biri. Üs ekibinin kimliği belirsiz canlılarla ilk karşılaşma anlarını izliyoruz. Orkestranın ritmi alçalıp yükselen bir düzeyde ilerliyor. Elektronik seslerin de eşlik ettiği parça gerilim düzeyinin yavaş yavaş yükselişiyle sona eriyor.

The Pseudopod,


Yabancı canlılarla etkileşim devam ediyor. Orkestra atonal düzeyde ilerlerken özellikle yaylıların devreye girmesiyle temposu arada yükselen ve tüm enstrümanların devreye girdiği albümün en iyi parçalarından birini dinliyoruz.

The Fight, 


SEAL ekibinin iyice zıvanadan çıktığı bölümler. Albümün en hareketli parçası ve orkestraya elektronik enstrümanlar eşlik ediyor. Kısa bir geçiş bestesi

Sub Battle,


Deniz yüzeyinden gelen emir doğrultusunda hareket eden SEAL ekibi ve üs sakinlerinin çatışmaları doruk noktasına ulaşıyor. Yabancı varlıkların da artık kendini iyice gösterdiği dakikalar ve gerilim seviyesi üst düzey bir beste dinliyoruz. Bu parça Silvestri'nin Predator çalışmasından izler taşıyor. Temposu hiç düşmeden sonlanan bir beste 

Lindsey Drowns,


Lindsey'in boğulma anları. Su altında zor durumda kalan Lindsey'in yaşam mücadelesi verdiği saniyeler ve orkestra tüm anları üst düzey bir duygusallık ve gerilim karışımıyla kulaklara ulaştırıyor. Özellikle vurmalı enstrümanlar parçanın dinamosu durumundalar

Ressurrection,


Ekibin yoğun bir şekilde Lindsey'i hayata döndürme çabaları başarıyla sonuçlanıyor. Ana temanın hakim olduğu, orkestranın baştan sona sakin kaldığı bir geçiş parçası

Bud's Big Dive,


Finale doğru yaklaşırken, Bud yabancı varlıkların merkez üssüne doğru derin bir dalış yapıyor. Gerilim düzeyi hakim yine ve orkestra inişli çıkışlı, derin maviliğin ritmine uygun bir tempoyla ilerliyor. Parçanın tamamı bu şekilde ilerleyip sonlanıyor 

Bud On the Ledge, 


Bud sonunda hedefine ulaşıyor ve orkestra koroyla birlikte albümün en güzel parçasına imza atıyor. Bu olağanüstü sahneleri seyirciye yaşatan görüntülere eşlik eden müzikler muazzam bir etki yaratıyor. 

Back On the Air,


Bud uzaylılarla kurduğu iletişim sonrası onların amaçlarını anlamaya çalışırken geçen sahnelerde orkestranın hafif girişiyle başlayan beste son saniyelerde yükselerek zirveye ulaşıyor.

Finale,


Finale geldiğimizde muhteşem bir son izleyiciyi karşılıyor. Uzaylıların üslerini deniz yüzeyine çıkardıkları harika sahneyle birlikte filmin ana teması baştan sona kendini hissettiriyor. Enstrümanların zirveye çıktığı parça, koronun dahil olmasıyla sonuna kadar bir opera havasında ilerliyor ve koro yardımıyla zirveye ulaşarak albüme ve filme son noktayı koyuyor. 

THE ABYSS - SON SÖZ


Bilim Kurgu sinemasının en önemli filmlerinden The Abyss, James Cameron sinemasının yük akı işlerinden biri olarak hâlâ popülerliğini koruyan bir başyapıttır. Neredeyse tamamı su altında geçen filmin müziklerini, genel olarak bu karanlık atmosfere uygun bestelemiştir Alan Silvestri. Usta bestecinin özellikle derinlik hissini izleyicinin kulaklarında hissetmesini sağlayan müzikleri, filmin ilerleyen gerilimiyle birlikte daha da önem kazanır. Orkestranın yanı sıra, etkileyici koro girişleri ve ekstra elektronik seslerle istenen hava başarıyla yakalanmıştır. Zaman zaman Predator havası estiren bölümlerin yanında finalde orkestranın ve koronun muhteşem birlikteliğiyle zirveye çıkan bir albüm The Abyss.


Bu 13 parçalık albümden sonra piyasaya çıkan ve filmin uzatılmış versiyonu için yazılan müzikleri de içeren albümün daha da doyurucu olduğunu belirtmemiz lazım. Tüm parçaların defalarca dinlenme oranı çok yüksek olmasa bile ana temanın canlı ritmi ve koronun deniz altı dünyasını tüm ihtişamıyla yansıttığı, orkestrayı coşturan final parçasıyla film müzikleri tarihinin en başarılı albümlerinden biriyle karşı karşıyayız. Alan Silvestri'nin ustalık işi zamanlarının başlangıcına denk gelen The Abyss, meraklı koleksiyoncuların edinebilme şansları varsa, raflarında bulundurmaları elzem bir albümdür.



İncelememizi filmin unutulmaz bir sözüyle bitirelim,

Uçuruma uzun uzun baktığında, uçurum da sana bakar...



Sağlıklı yaşam her daim yoldaşınız olsun dostlar,