THE ABYSS
OKYANUSA İŞLENEN NOTALAR
Ne kadar hırslısınız? Ne kadar kararlısınız? Hırsınız ve karalılığınız sizi hangi noktalara götürür? Gittiğiniz noktanın ötesi çevrenize zarar vermeye başlarsa "artık durmam" gerek diyebilir misiniz? Yüzbinlerce yıldır gezegenin kaynaklarını hunharca kullanan ve tüketme yolunda hızla ilerleyen bir tür olarak bu tüketim çılgınlığının sonu nereye varacak diye hiç düşündüğünüz oluyor mu? Zaman zaman belki soruyorsunuz ancak bu soruların aralığı hem çok uzun oluyor hem de sorunun cevabını bile çoğunlukla düşünmüyorsunuz, düşünmüyoruz! Yaşadığımız gezegenin dışında başka bir galaksiye ve yaşanabilir bir gezegene ulaşma ihtimalimiz bugün itibariyle yok denecek kadar az. Bundan yüzlerce yıl sonra eğer insan denen hayvan türü kendi hırsına yenik düşüp türünü yok etmezse sonsuzluğa uzanan uzay boşluğunda belki de binlerce yıl sürecek serüvenlere atılacaktır. Ancak o güne kadar üstünde yaşadığımız ve yaşam şartlarının biyolojimize uygun olduğu tek gezegenimiz Dünyayı her durum ve şart altında korumak en önemli vazifelerimizden biri olacaktır.
Dünya, Samanyolu Galaksisinde tek yaşanabilir gezegen olarak acaba sadece bize ve birlikte yaşadığımız diğer hayvan türlerine mi ait? Yoksa binlerce yıldır gezegenimizi ziyaret ettiklerini düşündüğümüz üçüncü bir türe de zaman zaman ev sahipliği yapıyor mu? Sinema dünyasının yüz yılı aşkın serüveninde bu soru defalarca sorulmuş ve hayal dünyası geniş senarist ve yönetmenlerin elinden çıkan filmlerle cevaplandırılmaya çalışılmıştır. H.G. Wells, Dünyalar Savaşı romanında yakın komşumuz Mars'tan gelen istilacı uzaylıları anlatır ve yine Wells, 1897 yılında In The Abyss isimli kısa hikayesinde deniz altında yaşayan uzaylıları anlatır. 19. yüzyıla damgasını vuran Wells'in yazdığı Dünyalar Savaşı defalarca sinemaya uyarlanmış ve her defasında Dünya dışı varlıkların hikayesi seyirciden yoğun ilgi görmüştür. In The Abyss hikayesi ise yüz "yıla yakın bir süre sonra Hollywood'un yükselişe geçen yeni dahi yönetmeni James Cameron tarafından hak ettiği ilgiye mazhar olacaktır.
YOĞUN BİR ÇALIŞMA SÜRECİ
Ocak 1994'te ABD Ohio sınıfı denizaltı USS Montana, tanımlanamayan su altındaki bir cisimle karşılaşır ve Cayman Trough yakınlarında batar. Sovyet gemileri denizaltıyı kurtarmaya çalışırken bölgede büyük bir kasırga patlamak üzeredir ve ABD hükümeti, bir SEAL ekibi toplayarak, Cayman Trough yakınlarında su altı sondaj çalışması yapan özel bir şirketin ekibinden denizaltıyı kurtarmak konusunda ortaklaşa hareket etmelerini ister. Bu andan itibaren kurtarma çalışmaları başlar ve bu sırada ekibimiz garip cisimle de temasa geçmiş olur.
H.G.Wells, 1897 tarihli kısa öyküsü In the Abyss'in içeriğinde ilk defa deniz uzaylıları kavramını ortaya atmıştır. Bu hikayeden etkilenen genç Cameron'un kafasında canlanan hikaye zaman içinde gelişti. Özellikle denizaltında sıvı nefes yöntemini içinde barındıran bir hikaye üstünde durdu ve yıllar sonra The Abyss ortaya çıkmış oldu. Cameron ve yapımcı Gale Anne Hurd büyük bir hevesle hazırlıklara giriştiler ve senaryoyu yazan Cameron baş kadın karakter Lindsey'i yazarken karakteri Hurd'a dayandırarak yazdı. Senaryo 1987 sonunda bitti. Cameron ve Hurd, The Abyss'den önce evlendi, yapım sırasında ayrı yaşamaya başladılar ve yapım sonrası şubat 1989'da da boşandılar.
Oyuncular ve ekip, Cayman Adaları'nda bir hafta boyunca sualtı dalış eğitimi alır. Çekimlerin %40'ı su altında yapılacağından dolayı bu gerekli bir eğitimdi. Ayrıca sualtı çekimleri için deneysel ekipmanlar hazırlanmıştır. Bunlardan en önemlisi yönetmenin oyuncularla sualtı çekimleri sırasında diyalog kurmak amacıyla geliştirilen iletişim aracıdır.
Cameron başlangıçta çekimleri hikayenin geçtiği Bahamalar'da yapmayı planlamıştır. Ancak görsel efektler ve dublörlü çekimlerin bolluğu sebebiyle tamamen kontrollü bir ortama sahip olunması gerektiği fark eder. Filmi, filtrelenmemiş en büyük su deposuna sahip Malta'da çekmeyi düşünür ancak ihtiyaçları için yeterli olmadığını görür. Nihayetinde su altı sahneleri, daha önce 700 milyon dolar harcandıktan sonra Duke Power yetkilileri tarafından terk edilen Güney Carolina, Gaffney dışında, Cherokee Falls'un güneyinde yer alan Gaffney Stüdyoları'nda çekilir.
Çekimlerde özel olarak inşa edilmiş iki tank kullanılmıştır. Bu devasa tankları doldurmak 5 gün sürmüştür. Set yapımı için 2 milyon dolar harcanmıştır. Ayrıca, dünyanın en büyük yeraltı gölünde de çekimler yapılmıştır. Missouri, Bonne Terre'de bir maden, birkaç sualtı çekiminin arka planını oluşturmuştur.
Çekimler 15 Ağustos 1982'de başladı, ancak irili ufaklı sorunlar vardı. Ana tank, çekimin ilk gününde su sızdırdı ve ciddi miktarda su dışarı aktı. Stüdyoya derhal baraj onarım uzmanları getirildi. Ek olarak dirsek bağlantılı devasa borular da yanlış monte edilmişti. Bu sebeple aşırı su basıncından dolayı dirsekler yerinden kopmuştu.
Cameron'un görüntü yönetmeni Mikael Salomon, özel olarak tasarlanmış su geçirmez muhafazalarda üç kamera kullanmıştır. Filmin yapımcıları, suyu çekecek kadar berrak ve 700 metre yükseklikte gerçekçi görünecek kadar karanlık tutmanın yolunu tankın üstünü kaplayan muazzam büyüklükte bir brandayla çözmüştü. Ayrıca Cameron, oyuncuların yüzlerini görmek ve diyaloglarını duymak için su altında optik olarak berrak kalacak ve her bir kaska son teknoloji, uçak kalitesinde mikrofonlar takacak kasklar üretmek üzere Western Space and Marine'i kiralamıştı. Güvenlik koşulları, sahada bir dekompresyon odası yanı sıra bir dalış zili ve her oyuncu için bir güvenlik dalgıcının bulunması şeklinde ayarlanmıştı.
Filmde kullanılan sıvı solunum, gerçekte sadece hayvanlar üzerinde test edilmiştir. Filmde gösterilen fare gerçekten sıvıyı soluyordu ve zarar görmeden hayatta kalmıştır.
Ed Harris sıvıyı gerçekten solumaz ve büyük tankın yüzeyinin 30 fit altında yapılan çekimlerde nefesini sıvı dolu bir kask içinde tutar. Oyuncular sahnelerini 33 fitte ve dekompresyon odasına ihtiyacın olmadığı sığ bir derinlikte oynamışlardır. Nadiren bir seferde bir saatten fazla sualtında kalmışlardır. Cameron 26 kişilik sualtı dalış ekibiyle 50 fitte çekimler yapmış ve bir seferde beş saat kalmıştır. Dekompresyon hastalığından kaçınmak için, tankın ortasındaki hortumlardan iki saat kadar bir süre boyunca saf oksijen solumak zorunda kalmışlardır.
Oyuncular ve ekip, izole bir sette altı ay boyunca, haftada altı gün, 70 saat süren yorucu bir süreç yaşamışlardır. Oyuncuların bu süre zarfında psikolojik sorunlar yaşadıkları gözlenmiştir. Hatta Cameron bile, çekimlerin zor olacağını bildiğini ancak bu kadarını beklemediğini ve bir daha asla yaşamak istemediğini itiraf edecektir.
Yapım ilerledikçe, çekimlerin hızı düşmeye başlar. Özellikle oyuncu kadrosu ve ekip aşırı yükleme neticesinde çok yıpranmışlardır. Marry Elizabeth Mastrantanio "Hiçbir sahneye tek bir günde başlamadık ve bitirmedik" diyerek isyan eder. Çekimlerden birinde setten koşarak kaçar ve "Biz hayvan değiliz" diye çığlık atarak bağırır. Ed Harris yine aynı şekilde pek çok sahnede isyan bayrağını açacaktır. Michael Biehn de, beş ay boyunca Güney Carolina'da kaldığını ve yalnızca üç ila dört hafta boyunca hareket ettiğini iddia edecektir. Biehn, bir çekim sırasında, 10 metre su altında aniden ışıkların sönmesi sonucu etrafın zifiri karanlığa gömülmesi üzerine bir an yukarıya çıkamayacağını düşünecek, Ed Harris, bir gün soyunma odasında bütün oyuncuların aşırı stres ve birikim sonucu etrafta ne varsa kırıp döktüklerini anlatacaktır. Bütün bu yaşanan olaylar ve şikayetler neticesinde 140 gün ve 4 milyon dolarlık bütçe aşımı sonrası çekimler 8 Aralık 1988'de tamamlanır. Filmin tanıtımlarında yer almayacağı söylenen Ed Harris iddiaları reddederek tanıtım çalışmalarına katılır. Ancak film gösterime girdikten sonra Harris ve Mastrantonio filmin ağır şartlarını ve olumsuz koşullarını protesto etmişler ve filmi reddetmişlerdir.
Filmin efektleri için Industrial Light & Magic ve Dream Quest Images firmalarıyla anlaşıldı. Fox, filmin bütçesini 43 milyon dolar olarak belirlemişti. Ancak çekimler bittiğinde ortaya 70 milyon dolarlık bir bütçe çıkmıştı. The Abyss gösterime girdikten sonra dünya çapında yaklaşık 100 milyon dolarlık bir hasılat elde etti. Zaman içinde piyasaya çıkan uzatılmış versiyonuyla birlikte video kaset, dvd ve bluray satışlarıyla hasılatını hatırı sayılır noktalara taşımıştır.
Filmin müzikleri ise, özellikle dönemin en popüler isimlerinden biri olan Alan Silvestri'ye emanet edilmiştir. Silvestri, Predator ve Geleceğe Dönüş serisi sonrası popülerliğini arttırmış ve Cameron'un ilk tercihi olmuştur.
EFSANE İSİM ALAN SILVESTRI
1950'de NewYork'ta dünyaya gelen Alan Silvestri, 15 yaşındayken beyzbol kariyeri yerine müzik kariyerinde basamakları nasıl çıkarım düşüncesiyle kendini Boston'da Berklee müzik okulunda bulur. Daha sonrasında Las Vegas'a taşınan besteci burada R&B efsanesi Wayne Cochran ile turnelere çıkmaya başlar. Silvestri Las Vegas'ta aranjör olarak kariyerine devam ederken bir arkadaşının albüm düzenlemelerini yapmak üzere Los Angeles'a gider ve burada Quincy Jones'la pek çok projede çalışmış olan Bradford Craig'le tanışır. Bu tanışma adeta hayatında bir dönüm noktası olacaktır. Küçük bir prodüksiyon şirketi, çektiği düşük bütçeli bir filme Craig'den besteci bulmasını ister. Craig böylece henüz 22 yaşında olan Silvestri'ye ilk işini kazandırır ve The Doberman Gang filminin müzikleriyle Alan Silvestri sektöre ilk adımını atar.
Besteci 1978 yılına kadar düşük bütçeli film müzikleriyle kariyerine devam ederken, TV dizisi Chip ile dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. 1984 yılına geldiğimizde bestecinin kariyerindeki asıl dönüm noktası gerçekleşir. Chip dizisinin müzik editörlerinden biri üzerinde çalıştığı bir projeyle ilgili gerekli müzikal etkiyi bir türlü yakalayamaz ve Silvestri'yi arar. Filmin yönetmeni Robert Zemeckis ile bir görüşme ayarlanır ve Michael Douglas ile Kathleen Turner ikilisini bir araya getiren serüven filmi Romancing The Stone için anlaşma sağlanır. Silvestri filmin ana temasıyla ilgili üç dakikalık bir demo hazırlar ve bütün gece süren ve ertesi güne sarkan görüşmeler neticesinde ikili arasında daimi bir işbirliğinin ilk adımları da atılmış olur. Karşılaştıkları gün aynı renkte iki kazak giymiş olan bu iki adam günümüze kadar ulaşan sağlam bir birliktelik neticesinde Back To The Future serisi başta olmak üzere, Forrest Gump ve Contact gibi pek çok efsane işe imza atarlar.
Kariyeri boyunca Oscar dışında pek çok ödül kazanan başarılı besteci yoğun bir tempoda çalışmaya ve üretmeye devam ediyor. Halen Kuzey California'da Monterey yarımadasında ailesiyle beraber yaşayan besteci aynı zamanda Carmel vadisinde kurduğu Silvestri bağlarında müzik dışında leziz şaraplar üretmekle uğraşıyor. Pek çok marka altında şarap üreten besteci "Müzik ve şarap yapımında sanatın ve bilimin harmanlaması gerekiyor, tıpkı notaların kendi sesini melodiye getirdiği gibi, her asma da şaraba kendi benzersiz kişiliğini getiriyor" diyor. Pilotluk lisansı da olan Silvestri iş toplantıları için sık sık tek motorlu uçağıyla Los Angeles ve evi arasında mekik dokuyor ve notalara can vermeye devam ediyor.
Alan Silvestri, The Abyss için 1922 yılında gösterime giren uzun versiyon için de müzikler bestelemiştir. Filmin her iki versiyonu da ABD'nin çeşitli eyaletlerindeki sinemalarda zaman zaman gösterilmeye devam etmektedir.
SOUNTRACK ALBUM
1989 yılında çıkan ilk albümde 13 parça yer alır. Filmin 1992 yılında vizyona giren uzun versiyonu için yeni besteler eklenmiş ve bütün parçaların yer aldığı bir albüm 2014 yılında piyasa sürülmüştür.
THE ABYSS
Main Title,
Search the Montana,
Kayıp denizaltının arandığı sahne ve orkestranın düşük tonlarda çaldığı bir geçiş parçası dinliyoruz. Tempo başından sonuna kadar tedirgin edici bir havada ilerliyor.
The Crane,
Albümün en hareketli parçalarından birini dinliyoruz. Orkestranın ayakta olduğu ve gerilim düzeyinin parçanın sonuna kadar düşmediği parça, SEAL ekibiyle üs sakinlerinin yaşadığı gerilimi çok uygun bir şekilde iletiyor kulaklara
The Manta Ship,
Albümün en uzun parçalarından biri. Üs ekibinin kimliği belirsiz canlılarla ilk karşılaşma anlarını izliyoruz. Orkestranın ritmi alçalıp yükselen bir düzeyde ilerliyor. Elektronik seslerin de eşlik ettiği parça gerilim düzeyinin yavaş yavaş yükselişiyle sona eriyor.
The Pseudopod,
The Fight,
Sub Battle,
Deniz yüzeyinden gelen emir doğrultusunda hareket eden SEAL ekibi ve üs sakinlerinin çatışmaları doruk noktasına ulaşıyor. Yabancı varlıkların da artık kendini iyice gösterdiği dakikalar ve gerilim seviyesi üst düzey bir beste dinliyoruz. Bu parça Silvestri'nin Predator çalışmasından izler taşıyor. Temposu hiç düşmeden sonlanan bir beste
Lindsey Drowns,
Lindsey'in boğulma anları. Su altında zor durumda kalan Lindsey'in yaşam mücadelesi verdiği saniyeler ve orkestra tüm anları üst düzey bir duygusallık ve gerilim karışımıyla kulaklara ulaştırıyor. Özellikle vurmalı enstrümanlar parçanın dinamosu durumundalar
Ressurrection,
Ekibin yoğun bir şekilde Lindsey'i hayata döndürme çabaları başarıyla sonuçlanıyor. Ana temanın hakim olduğu, orkestranın baştan sona sakin kaldığı bir geçiş parçası
Bud's Big Dive,
Finale doğru yaklaşırken, Bud yabancı varlıkların merkez üssüne doğru derin bir dalış yapıyor. Gerilim düzeyi hakim yine ve orkestra inişli çıkışlı, derin maviliğin ritmine uygun bir tempoyla ilerliyor. Parçanın tamamı bu şekilde ilerleyip sonlanıyor
Bud On the Ledge,
Bud sonunda hedefine ulaşıyor ve orkestra koroyla birlikte albümün en güzel parçasına imza atıyor. Bu olağanüstü sahneleri seyirciye yaşatan görüntülere eşlik eden müzikler muazzam bir etki yaratıyor.
Back On the Air,
Finale,
Finale geldiğimizde muhteşem bir son izleyiciyi karşılıyor. Uzaylıların üslerini deniz yüzeyine çıkardıkları harika sahneyle birlikte filmin ana teması baştan sona kendini hissettiriyor. Enstrümanların zirveye çıktığı parça, koronun dahil olmasıyla sonuna kadar bir opera havasında ilerliyor ve koro yardımıyla zirveye ulaşarak albüme ve filme son noktayı koyuyor.