16 Kasım 2017 Perşembe


MAVİ PERİNİN PEŞİNDE!


YAPAY ZEKANIN RUHUNA DOKUNAN TEMALAR, 
JOHN WILLIAMS

Karbon bazlı androidler olarak insanoğlu yaklaşık yedi bin yıllık yazılı serüveni boyunca kendi türünü üstün gördü ve üstünlüğü kanıtlamak adına yaptıkları tarih sayfalarında hâlâ ibretle okunmaya devam ediyor. Din ile harmanlayıp desteklediği üstünlük vasfını yaratıcılık anlamında da taçlandırmak adına kendi zekâsından daha ileri akılları oluşturmak için günümüzde doludizgin ve biraz da kontrolsüz bir hızla ilerliyor. Artık yapay zekâ olarak adlandırdığımız şimdilik zararsız ve bizlerin işlerini kolaylaştırıcı gibi görünen bu makineler günün birinde kendi kararlarını vermeye başladıklarında, tozpembe bir dünya hayalini kenara bırakmak ve belki de hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda kalabiliriz. Tabii ki tam tersi de olabilir, negatif bakış açısını pozitife çevirirsek, hiçbir sorun yaşamadan, yarattığımız, hayat verdiğimiz, bizden daha akıllı ve daha güçlü olan yapay zekâlarla mutlu mesut bir yaşam olasılığını da göz ardı etmemek gerek!

Stanley Kubrick ve Steven Spielberg

Stanley Kubrick kuşkusuz sinema tarihinin en önemli ve en başarılı yönetmenlerinden biri. Çektiği film sayısının azlığını düşünürsek, muazzam yeteneğini ve dehasını bu kadar az çalışmayla nasıl kanıtladığını biraz daha iyi anlayabiliriz. Bilim Kurgu sinemasında mihenk taşlarından biri olarak kabul edilen 1968 yapımı 2001: A Space Odyssey filmiyle türü A kategorisine taşıyan efsane isim ölmeden önce son bir proje üzerinde çalışıyordu ve bunu gerçekleştirmek için sinema sektörünün özellikle teknik ve efekt açısından yetersiz olduğunu düşünüyordu. Yapay zekâ üzerine kafasında tasarladığı hikâyeyi hayata geçirmek adına karar vermesi için, bir başka dâhi yönetmen olan Steven Spielberg imzalı 1993 yapımı Jurassic Park filmini görmesi yeterli olmuştu. 1999 yılında aramızdan ayrılana kadar hayalindeki filmin hazırlıklarını sürdüren Kubrick, son rüyasını gerçekleştiremeden öldükten sonra devreye Spielberg'in girmesiyle proje yeniden ivme kazanır ve nihayetinde 2001 yılında Artificial Intelligence vizyona girer. ‘99 yapımı The Sixth Sense filminin unutulmaz çocuk oyuncusu Haley Joel Osment'ın muhteşem oyunculuğu önderliğinde, Jude Law'ın unutulmaz Jigolo Robot performansıyla karşımızda göz kamaştıran ve her karesinde Spielberg dokunuşunu hissettiğimiz kadar Kubrick havasını da soluduğunuz bir yapım vardır. Olumlu eleştiriler yanında pek çok olumsuz eleştiri de alan filmin ilerleyen yıllarda türün klasikleri arasında kabul edilmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Döneminin en iyi efektlerini barındıran ve bugün bile sırıtmayan Yapay Zekâ, bu tür adına yapılmış türdeşlerinin aksine her ne kadar bizim deyimimizle gerçek bir ruha sahip olmasalar da ezilen bir sınıfı hicvediyor ve aksiyon yerine aşırı duygusal havasıyla farklı bir yere konulmayı hak ediyor. Film boyunca Spielberg'in neredeyse tüm eserlerinin gözü olan Janusz Kaminski'nin buğulu görüntüleri eşliğinde adeta bir peri masalının içinde hissediyoruz kendimizi. Rengârenk bir dünyanın içinde, tüm acımasızlıkların yaşandığı, katı duyguların hâkim olduğu bir çeşninin içine dâhil oluyoruz. Bu noktadan itibaren duygu yoğunluğumuzu üst katmanlara taşıma konusunda yardımcı olması için efsane besteci John Williams devreye giriyor ve unutulmaz besteleriyle kulaklarımız ziyafet çekiyor.


Artificial Intelligence'ı 2001 yılında gösterime girdiğinde, izlediğim ilk anda sevmiştim. Sonradan "Aslında iyi filmmiş," diyenler kategorisinde olmadım hiç. Bilim kurgu sinemasının kesinlikle göz ardı edilemeyecek filmlerinden biri olan Yapay Zekâ'nın o dönemde belki de bu kadar fazla olumsuz eleştiri almasının sebebini, yapımda Kubrick etkisini daha fazla hissetmek isteyenlerin uğradığı hayal kırıklığı olarak görüyorum. O gün, filmi Kubrick etkisi üzerinde durmadan, açıkçası daha fazla sevdiğim Spielberg etkisinin rüzgârını arkama alarak keyifle izlediğimi net olarak hatırlıyorum. Bilim kurgunun artık tüm katmanlarına dâhil olduğum yıllarda ne bulursam tüketiyordum. Kitap, sinema ve BK türüne uygun ne varsa hayatımın içindeydi. Filmin benim için belki de en önemli hatırası, o yıl İskenderun’da askerlik yaptığım döneme denk gelmesi ve izne çıktığımda ilçenin tek sinemasına heyecanla gidiş anımdı. Bulunduğum yer itibariyle, hareket imkânımın kısıtlı olduğunu düşünürsek, Yapay Zekâ o dönemde bana ilaç gibi gelmişti. Filme olan ilgimin yanında aslında John Williams'ın müziklerini daha fazla merak ettiğimi itiraf etmem gerek. İlk dinleyişten itibaren Where Dreams Are Born parçasındaki aryayla tüylerimin diken diken olmasını sağlayan, müzik konusunda yirminci yüzyılın dehası olan Williams’ın önünde bir kez daha saygıyla eğilmiş ve tür olarak Film Müziklerine tüm hayatımı adamama öncü olan efsaneye bir kez daha hayran kalmıştım. Aynı parçayı For Always adıyla seslendiren Lara Fabian ve Josh Groban ile müziklerden aldığım haz adeta katmerlenmişti. İstanbul'a döndüğümde hiç vakit kaybetmeden albümü arşivime dâhil etmiştim. Filmi ilerleyen yıllarda iki defa daha izlemiş ve her seyredişte farklı bir tat almıştım. Müzikler her yeni dinleyişte kafama daha fazla oturmuştu ve bu çalışma bestecinin en iyi çalışmalarından ilk on içine girmese de kulaklarımda ve zihnimde daimi yerini almıştı.


22. Yüzyılın sonlarında Dünya küresel ısınmayla birlikte kıyı şehirlerinin tamamını kaybetmiştir ve nüfus önemli ölçüde azalmıştır. Mecha adında duyguları ve düşünceleri taklit etme yeteneğine sahip robotlar insanların emrindedir ve bu konuda uzman bir mucit kendi öz varlığından haberdar yeni tür robotları üretmeye başlamıştır. Küçük bir çocuk olarak üretilen David (Haley Joel Osment) bu türün örneklerinden biridir. Özellikle çocuksuz aileler için mükemmel bir evlat olma yeteneğiyle donatılan bu robotlardan biri olan David kendisini satın alan ailenin yanında evin gerçek bir üyesi gibi hareket etmeye başlar. İlk başlarda evin annesi Monica, David konusunda çekimser kalsa da onun varlığını iyice benimser. Ancak ailenin hasta olan gerçek bir oğulları vardır ve Martin'in hastalığı aniden düzelir. Martin'in geri dönmesi kıskançlık krizlerini de beraberinde getirir ve istenmeyen bir kazanın meydana gelmesinin ardından aile David'i imha işlemlerinin yapılması amacıyla fabrikaya götürmeye karar verir. Monica, David'i imha işlemi için götürürken yolda fikir değiştirir ve David'i ormanlık alana bırakarak uzaklaşır. Bu andan itibaren, David, cinayetten aranan zevk robotu Jigolo Joe (Jude Law) ile hem hayatta kalma mücadelesi verecek hem de kendisini gerçek bir çocuğa çevirmesi için Pinokyo'nun maceralarından hatırladığı mavi periyi bulmak için yollara düşecektir. Başından sonuna kadar duygu yoğunluğunu bir an olsun kaybetmeyen ve devamlı yükselten bir tempoyla ilerleyen, başarılı oyunculuklarıyla, Spielberg ve daimi ekibinin kusursuz yönetimiyle ve John Williams'ın duygu yoğunluğunu destekleyen başarılı müzikleriyle Yapay Zekâ bilim kurgu sinemasının şapka çıkartılacak eserlerinden biri hâline geliyor.


John Towner Williams, 08 Şubat 1932 tarihinde New York'ta dünyaya gelir. Babası ünlü caz ustası Johnny Williams ve annesi Amerikan Olimpiyat Takımının ve sinema dünyasının unutulmaz su perisi Esther Williams'dır. Müzik, John'un hayatının daha küçük yaştan itibaren bir parçası olmuştur. Yedi yaşından itibaren piyano dersleri almaya başlamış, kısa sürede trombon, trompet ve klarnet çalmayı öğrenmiştir. 1948 yılına gelindiğinde ailece Los Angeles'a taşınırlar. Bu tarihten sonra babası özellikle film müziği orkestralarında çalışmaya başlar. John Lise grubunda çalar ve besteler yapar. UCLA'da piyano ve kompozisyon dersleri alır. Piyanist Bobby Van Eps'den özel eğitim alan Williams ilk ciddi piyano sonatını 19 yaşında besteler.


Johnny Williams (En Solda) ve Esther Williams (Su Perisi)

1952 yılında Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri'ne atanır ve görev gezisinin bir parçası olarak hizmet bantları için müzik düzenlemeye başlar. 1954 yılında terhis olmasının ardından, Julliard Müzik Okulu'nda Rosina Lhevinne'nin piyano öğrencisi olarak bir yıl geçirdikten sonra New York'taki kalış süresince çeşitli gece kulüplerinde caz piyanisti olarak çalışır. Daha sonra, vokalist Vic Damone'ye eşlik eder. Efsane besteci Alfred Newman'la çalışır ve babasının o zamanki üyesi olduğu Hollywood'daki Morris Stoloff'un Columbia Pictures personel orkestrasında piyanist olarak yer alır.  Orkestrasyon yeteneği keşfedilen Williams, tanınmış stüdyo bestecileri tarafından bu yönde çalışması için cesaretlendirilmiştir. Bu arada, ciddi müzik çalışmalarını Hollywood'da Arthur Olaf Anderson ve ünlü İtalyan besteci Mario Castelnuovo-Tedesco ile sürdürmeye devam eder.


1960'da Televizyon dizileriyle score müzik dünyasına ilk adımını atan Williams, efsane olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye başlamıştır. Müzikal açıdan çok yönlülüğü nedeniyle pek çok farklı ödül kazanmaya başlar. Caz kombinasyonları, dans grupları ve senfoni toplulukları için müzikler yazar. 1950'lerin sonundan başlayarak Williams'ın televizyon kariyeri iyice hız kazanır. Dedektif serisi Johnny Staccato'da caz piyanisti olarak görünür. "M-Squad", "Wagon Train" ve "Chrysler Theatre" gibi şovlar için müzik besteler ve nihayet 1974'te genç yönetmen Steven Spielberg'le yolları Sugarland Express'de kesişir ve bugüne kadar devam eden efsanevi bir ortaklık da başlamış olur. The Towering Inferno, Earthquake, The Poseidon Adventure, Black Sunday ve The Fury gibi son derece popüler felaket ve korku filmlerinin ardından Williams Hollywood'un en tanınmış isimlerinden biri hâline gelmeye başlar.



1970'lerin ortasından itibaren özellikle Spielberg'le çalıştığı filmlerle inanılmaz bir hızla kariyer tırmanışına geçer. İlk Oscar ödülünü, uyarlama müzik dalında 1973 yılında Damdaki Kemancı filmiyle kazanır. 1975 yılında, Spielberg'in dehasını konuşturduğu Jaws filmine yaptığı belki de tüm zamanların en ürkütücü bestesiyle ikinci Oscar heykelciğini kazanır. 1977 yılına geldiğimizde Dünya sinema tarihinin en muazzam fenomenlerinden biri olan George Lucas harikası Star Wars'la üçüncü heykelciği kazanması hiç de zor olmaz. 1982 yılına kadar dinen Oscar fırtınası, Spielberg klasiği E.T. ile yine canlanır ve besteci dördüncü kez ödülü kazanmayı başarır. 1994 yılına kadar yaşanan suskunluğun ardından yine bir Spielberg klasiği olan Schindler's List ile beşinci ve şimdilik son ödülüne uzanan besteci aynı zamanda Oscar'a en fazla aday gösterilen isim olma ünvanını da elinde bulundurmaktadır. 



1990'lardan itibaren her zaman olduğu gibi Spielberg filmlerinin müziklerini bestelemeye devam ederken pek çok farklı yapımın da müziklerine el atan sanatçı 2000'li yıllardan itibaren yaşının da getirdiği yorgunlukla beraber gözle görülür bir biçimde çalışmalarını azaltır. Besteci 2015 yılı itibariyle Disney'in yeniden ivme kazandırdığı Star Wars serisi için Londra Senfoni Orkestrasının başına tekrar geçmiş ve yeni filmler için müzik yazmaya başlamıştır. 2019 yılına kadar çıkacak iki Star Wars filmine daha albüm hazırlayacak olan usta besteci anlaşılan muadillerinin aksine yaşı ne olursa olsun çalışmaya ve üretmeye devam edecek gibi görünüyor. 



Williams, bestelediği soundtrack'lerin kayıtlarının yanı sıra, aynı zamanda orkestra düzenlemelerini de yapmıştır ve yıllar geçtikçe Atlanta, Dallas gibi şehirlerin senfonik orkestralarıyla klasik müzik yapmak için şef olarak anlaşmalar imzalamıştır. 1980'de Boston Senfoni Orkestrası yönetimi, John Williams ile Boston Pops'un on dokuzuncu şefi olması için üç yıllık bir sözleşme imzaladığını açıklamış ve çoğunlukça, hiç kimsenin saygıdeğer Arthur Fiedler'in yerini alamayacağı düşüncesi genel bir kabul görmüş olsa da, John Williams seçimi coşku ile karşılanmıştır. 




Sinema ve televizyon çalışmalarına ek olarak, Williams ciddi bir besteci olarak yirminci yüzyıla damgasını vurmuştur. Score çalışmaları dışında onlarca senfoni besteleyen sanatçı, Yaz ve Kış Olimpiyatları gibi pek çok spor organizasyonu içinde yer almış ve unutulmaz bestelerle kariyerine yeni başarılar eklemiştir. Sanat yaşamı boyunca neredeyse tek bir boş yılı bırakın boş ayı bile olmayan ve hiç durmadan kalite üreten, sadece çağdaş dönemin değil, sanat tarihinin en başarılı bestecilerinden biri olmuştur ve bu konumu sonuna kadar da hak etmiştir. Uzun yıllar Hollywood Film Müziği Bestecileri derneğinin başkanlığını da yürüten Williams, ilk eşini kanserden kaybettikten sonra 1980 yılında evlendiği ikinci eşi iç mimar ve fotoğrafçı Samantha Winslow ile Boston'da yaşamaktadır. İki oğlu ve bir kızı olan besteci, müzik çalışmalarından uzak kalmamak için Güney California ile bağlarını hâlâ sıkı tutmaya devam ederken, çoğunlukla yakın dostlarıyla beraber zaman geçiriyor ve üretkenliğini hâlâ sürdürüyor.



John Williams 50 Akademi Ödülüne aday gösterilip 5 tane ödüle layık görülmüştür. Ayrıca 6 Emmy Ödülü adaylığından 3; 25 Altın Küre Ödülü adaylığından 4; 63 Grammy Ödülü adaylığından 21 tanesini kazanmıştır. 



Albüm 2001 yılında filmin gösterime girdiği gün piyasaya çıkmıştır. Lara Fabian ve Josh Groban gibi iki önemli sanatçının yer aldığı, Williams'ın alışılmış besteleriyle bezediği albüm Oscar, Golden Globe ve Grammy ödüllerine aday gösterilmiştir. Albüm piyasaya sürüldüğünde 13 parçadan oluşuyordu ve müziklerin tamamını içermiyordu. Yapımcı şirket Akademi üyelerine filmin içerisinde yer alan bütün parçaların olduğu ekstra bir albüm hazırlayıp göndermiştir. Ancak bir şekilde albüm piyasaya sızmış ve farklı zamanlarda yayınlamıştır. 2015 yılına geldiğimizde La-La-Land Records tarafından 3 cd'den oluşan resmi bir albüm piyasaya sürülmüş ve farklı çeşitte albüm karışıklığı sonlanmıştır. Albüm boyunca tipik Williams çıkışlarını ve kendisinin yaylıları kullanma konusundaki ustalığını sonuna kadar hissettiğiniz, duygusal yüklemesi üst seviyede bir çalışma Yapay Zekâ filminin besteleri ve özellikle For Always parçası hislerin tavan yaptığı kalitede bir çalışma olarak kulaklarımızda hiç gitmemek üzere yerini alıyor! 1974 Yılında Sugarland Express ile başlayan Spielberg ve Williams ortaklığının yirmi yedinci yılına rastlayan film ikilinin bugün de devam eden ortaklığının en önemli çalışmalarından biri. Her ortamda Williams'a olan hayranlığını dile getiren Spielberg, bugün dâhi yönetmen unvanını kazandıysa eğer, bu başarıda Williams'ın filmleri için yapmış olduğu unutulmaz bestelerin de payı olduğunu göz ardı etmemek gerekliliği fazlasıyla kabul gören bir gerçekliktir.




The Mecha World;



Geleceğin dünyasındayız ve orkestra yaylılar önderliğinde hafif bir giriş yapıyor. Bu dünyayı tanımaya çalışırken, Agitato (hızlı, sarsıntılı, heyecanlı) bir tempoda ilerliyor parça ve yükselerek temposunu zirveye doğru ulaştırıyor. Yarıya ulaştığımızda tempo hafifliyor ve adagio (yavaş tempo) geçişle bütün enstrümanların beraber hareket etmesiyle dingin bir tempoyla devam ediyor ve iyice yavaşlayarak sona eriyor.

Abondoned In The Woods;



Filmin en can alıcı bölümlerinden birindeyiz. Star Wars etkileri içeren bir parçanın içindeyiz. Nefesliler yaylıların eşliğinde Agitato tempoda ilerliyor ve parça devamlı yükselen temposunu sonuna kadar devam ettiriyor. Williams'ın kendine has yoğun yaylı enstrüman kullanımı burada zirveye ulaşıyor ve albümün gerilim dozu en yüksek parçasını dinliyoruz. Monica'nın David'i imha edilmesi için geri götürürken vazgeçip David'i ormana bıraktığı sahne duygusal açıdan çok sert ve şok edici, beste bu sahnenin etkisini en iyi şekilde hissettiriyor!

Replicas;



David'in ormanda karşılaştığı birbirinden farklı replikalarla çevrelendiği anlardayız. Orkestra burada adagio tempoyla ilerliyor. Atonal temposunu sürdüren parçanın ortasında çok kısa da olsa koro devreye giriyor ve orkestra tekrar hâkimiyeti alarak temposunu değiştirmeden ilerleyip sonlanıyor.

Hide And Seek;



Bir anneye ve çocuğuna odaklanıyoruz. Monica ve David'in bir gününü izliyoruz. Ev içinde oynadıkları saklambaç ve Monica'nın David'e alışma süreci. Adagio başlangıç yapan orkestra dingin bir tempoda ilerliyor. İniş ve çıkışların yaşandığı anlardan sıyrılıp huzur veren bir tempoya büründüğünde piyanonun etkileyici sesine yaylıların ve zillerin karışmasıyla birlikte keyifle dinlenen bir beste kalıyor geriye.

For Always;



Albümün dinamosu olan parçayı dinliyoruz. Lara Fabian'ın muhteşem sesinden içe işleyen mükemmel bir beste. İnsanı içine alan parça filmin bütününe yayılan o yoğun hüznü kulaklara büyük bir başarıyla iletiyor. Fabian'ın ruha işleyen sesiyle her saniyesi dolu dolu bir parça For Always!


Cybertronics;



Mechaların hayat bulduğu yerdeyiz. Profesör Hobby (William Hurt) ve ekibiyle tanışıyoruz. Aslında filmin hemen başında olan bir sahne ve profesör hararetli bir şekilde ekibine yeni tasarladıkları duygulara gerçek tepkiler veren robotlardan bahsediyor. Enteresan bir beste dinliyoruz aslında burada. Atonal ve tamamen yaylıların hâkim olduğu, başından sonuna kadar adagio tempoda ilerleyen bestenin enteresanlığı, Stanley Kubrick'in 2001: A Space Odyssey filminde kullandığı Aram Khachaturian'ın, Gayane Ballet Suite eseriyle çok benzerlik göstermesi. Ufak tefek nota değişimlerinin olduğu parça bence bestecinin bilerek yaptığı ve bir nevi saygı niteliği taşıyan, gerçekten etkileyici bir çalışması olarak kulaklarda yer ediyor.


The Moon Rising;



Albümün en hareketli parçasını dinliyoruz. Eskimiş robotların et pazarına düşmemek adına avcılardan kaçtıkları bölüm! David ve Joe da kaçanlar arasında ve nihayetinde yakalanmaktan kurtulamıyorlar. Hızlı bir giriş yapan beste çok kısa süreliğine pop müzik hâline bürünüp tekrar orkestrayla birleşiyor. Ağırlaşan ve gerilim düzeyi bir anda yükselen tempo yeniden yaylılar eşliğinde hızlanıyor ve nefeslilerle vurmalı enstrümanlar eşliğinde nihayetleniyor.


Stored Memories And Monica's Theme;



Hüzünlü insan sesleri sarıyor kulağımızı! Albümün en uzun parçasını dinliyoruz. İki bin yıl sonrasında buzlara gömülmüş dünyada insanlardan geriye kalan ileri teknoloji robotların, David'i buzullar altında keşfettikleri ve yeniden canlandırdıkları anlara tanıklık ediyoruz. David'in tek isteği olan gerçek bir çocuğa dönüşüp annesine kavuşma hayali hâlâ çok canlı ve dileğinin yerine gelmesi adına robotların devreye girdiği ve filmin en fazla duygu yükünü barındıran bölümünü izliyoruz. İnsan seslerini takiben adagio tonlarda orkestra devreye giriyor. Tek bir nota üzerinde ilerleyen parça, ana temaya bağlantı yapıyor. For Always burada piyano eşliğinde bizleri sahnenin iyice içine çekiyor. David ve Monica'nın tek bir günde yaşadıkları bütün bir ömre bedel birlikteliklerini perdeden kulaklara yansıtan ve göz pınarlarında minik gözyaşları oluşmasına sebep olan vurucu bir beste. Ana tema eşliğinde ilerleyen parçaya katılan sopranonun sesi ve etkileyici çıkışı doruk noktasına taşıyor notaları. Olağanüstü günün sonunda Monica bir daha uyanmamak üzere sonsuzluk uykusuna dalarken, oğlu David yanında elini tutuyor ve ilk defa o da uykuya dalıyor keşfettiği huzur duygusuyla sonsuza dek!


Where Dreams Are Born;



Ana temanın etkisini tüm gücüyle hissettirdiği muhteşem parça! Sopranonun gözlerinizi kapattığınızda sizi bambaşka dünyalara götürdüğü rüya gibi bir beste. İnsan sesinin var olan en güzel ve etkileyici enstrüman olduğunun gerçek bir kanıtı! For Always sözsüz haliyle, orkestranın eşliğinde o eşsiz enstrüman  olan insan sesinin büyüleyici atmosferinde kulaklara çektirdiği ziyafetin ardından hiç istemesek de sonlanıyor.

Rouge City;



Zevk ve sefa şehrindeyiz. Mavi perinin nerede olduğunu şehirdeki Doktor Know'a sormak için yollara düşen David’in, oyuncak ayı Teddy’nin ve Jigolo Joe'nun zevkler şehrine seyahatini izliyoruz. Orkestra,  Monica'nın David'i ormana bıraktığında çalan parçayla giriş yapıyor ve hemen akabinde Rouge City yolunda ilerleyen kahramanlarımızın rengârenk şehirdeki gezilerine odaklanıyoruz. Agile (çabuk, çevik) tonda ilerleyen orkestra şehre giriş anında temposunu hiç düşürmeden ve sonuna kadar hızını kaybetmeden ilerliyor.

The Search For The Blue Fairy;



David, Mavi Perinin peşinden Manhattan'a kadar geliyor. Küresel ısınma yüzünden sular altında kalan New York şehrindeyiz ve kahramanlarımız Rouge City'den kaçtıkları amfibikopterle geldikleri şehirde Cybertronics'in merkezini buluyorlar ve Profesör Hobby'den öğrendiği gerçeklerle yüzleşen David'in amfibikopterle kaçtığı, okyanus altında bulduğu lunaparkta Mavi Periyle karşılaştığı ve ondan kendisini gerçek bir çocuk yapmasını dilediği sahneleri izliyoruz. Orkestranın ağır bir tonda giriş yaptığı beste, okyanusun altında çürüyen New York şehrinin görüntüleri eşliğinde hafif gerilimli bir halde ilerliyor. David'in Mavi Peri heykelini bulmasıyla birlikte beste tonlarını tamamen değiştirerek sopranonun devreye girmesiyle umut dolu bir havaya bürünüyor. David heykelin önünde amfibikopterin üstüne devrilen dönme dolabın altına sıkışmasıyla birlikte hiç durmadan Mavi Periden kendisini gerçek bir çocuğa çevirmesini isterken, o muhteşem ses tonunun umut havasından yavaşça ümitsizliğe dönmeye başladığı anlarla hüzne çevrilmesini dinleyen kulaklar, parçanın sonuna gelindiğinde ister istemez yoğun duygu geçişlerinin etkisi altında kalıyor.
The Reunion;



Albümün sonuna yaklaşırken piyano eşliğinde ana temayı dinliyoruz. Bütün filmin adeta gözlerimizin önünden geçtiği, duyguların birbirine değdiği ve karıştığı anlar bunlar. Özellikle son sahnenin çarpıcı ayrıntıları eşliğinde ilerleyen orkestra ana tema sonrası kontrolü ele alıyor ve bütün enstrümanların arz-ı endam ettiği, duygu yoğunluğu bol parça piyanonun tekrar devreye girip ana temayı sürdürmesiyle zirve noktaya ulaşıyor. Son notalar beynimize işlerken, piyanonun tuşları son kez vururken, bir anne ve oğlunun sonsuzluğa uzanan hiç bitmeyecek sevgilerine tanıklık ediyoruz buğulu gözlerle ve biliyoruz ki ne kadar fazla teknolojiye, ne kadar fazla bilgiye sahip olsak da, evrenin merkezinde var olan gerçekliğin "saf sevgi" olduğunu net bir şekilde görüyoruz!

For Always;



Kapanış parçası, Lara Fabian ve Josh Groban düetiyle bir kez daha bizleri ana temanın o eşsiz dinginliğine ve hüznüne götürüyor. İki muhteşem ses eşliğinde dinlediğimiz ve Williams'ın kariyerinde bestelediği en hüzünlü çalışmalardan birini sadece beynimize değil kalplerimize de işleyerek dinliyoruz ve üzerimizde bıraktığı o yoğun ve insan gibi hissettiren duygularla albümü bitiriyoruz!


John Williams, albümlerinde her türlü duygu yoğunluğunu dinleyiciye başarılı bir biçimde yansıtan ender bestecilerden olmuştur daima. Star Wars'da her karaktere uygun temaları onların yapısını yansıtır, adeta bir kimlik gibi yapışır üstlerine. E.T.'de çocuksu bir duygusallık hâkimdir melodide. Always'de derin bir aşkın izlerine rastlarsınız. Sabrina'da piyanonun tuşları, ulaşılmaz gibi görünen ama sonunda mümkün olan bir aşkın gelişini haber verir. Schindler's List o kadar hüzün yüklüdür ki, adeta boğazınıza bir yumru oturur, İtzhak Perlman'ın viyolininden ruhunuza işler adeta notalar. Indiana Jones'da, Marion ve Indie'nin aşk teması aksiyonun ortasında duygu yükler benliğinize. Hook'da Peter Pan, asıl kimliğini hatırladığında You Are The Pan bestesi bulutların arasında uçurur bizi. Jaws'ın notaları çevrenizi sardığında tüyleriniz diken diken olur adeta. O bütün sanat yaşamı boyunca kendini adadığı mesleğini en iyi şekilde icra etmeyi bilmiş, dinleyicisine her daim saygılı, eserlerinde kaliteden asla taviz vermeyen disipliniyle gerçek anlamda büyük işler başarmış ve şimdiden tarihe geçmiş dâhi isimlerden biridir.


Artificial Intelligence, üstadın en iyi albümü değil! Ancak filmin barındırdığı yoğun duyguları kulağa başarılı bir şekilde iletme görevini layığıyla yerine getiriyor. Albümün lokomotifi kuşkusuz For Always bestesi. Özellikle Where Dreams Are Born parçasında, besteyi arya olarak dinlerken, albümde kalite olarak zirveye ulaşıyorsunuz. Belli noktalarda Star Wars havasını çağrıştıran birkaç beste de barındırıyor albüm. Filmin gösterime girdiği tarih olan 2001 yılının ikinci Star Wars üçlemesinin tam ortasına denk gelmesi bu benzerliği en iyi açıklayabilecek mazeret olur sanırım. Bestecinin orkestra yönetimi her zamanki bildik kusursuzluğunda, yoğun yaylı ve destekleyici nefesli enstrümanların kullanımı her zamanki Williams klasiği olarak burada da çıkıyor karşımıza. Lara Fabian ve Josh Groban desteğiyle albüm başından sonuna kadar zevkle dinleniyor ve her zaman dediğimiz gibi, ana tema, akılda yer etme görevini başarıyla yerine getiriyor. Klasik müziğin yaşayan efsanesi Williams neredeyse ömürlük ortağıyla giriştiği bu işten de alnının akıyla çıkmasını başarıyor! Meraklı koleksiyonculara tavsiyem, La-La-Land Records'un 2015 yılında piyasaya çıkardıkları 3 Cd'lik versiyonu edinmeleri yönünde olur. Özellikle bu firmanın piyasaya çıkarttığı bütün albümlere dikkat etmenizi tavsiye ederim. Varese Sarabande firmasının film müziği tekelini son yıllarda sağlam bir hamleyle yıkan, arşivlik malzemeler çıkartan kaliteli bir yayıncı. Arşivcilerin dikkatle izlemeleri yararlarına olur kesinlikle!


Sonuç itibariyle, filmle uyumu mükemmel olan ve sonuna kadar keyifle dinlenen, yürekleri yer yer hüzne boğmayı beceren bestelerin olduğu ve her müzikseverin arşivinde olmayı hak eden birinci sınıf kalitede bir albüm var karşımızda. Son olarak ana karakterimiz David'den gelsin kapanış sözleri;


"Annem Martin’i seviyor çünkü o gerçek ve ben de gerçek olduğum da annem bana kitap okuyacak ve beni yatağıma yatıracak, bana şarkı söyleyecek ve ne dediğimi dinleyecek, bana sarılacak ve bana her gün, günde yüz kere beni sevdiğini söyleyecek!”


Çeviri: Deniz Yörükoğlu



Mavi perinin tüm dileklerinizi yerine getireceği rengarenk bir gelecek sizlerle olsun sevgili dostlar.





 


27 Ekim 2017 Cuma


HÜZÜNLÜ REPLICANT HAYATLAR!


BIÇAK SIRTINDA NOTALARIN YARATICISI VANGELIS!

İnsan denen hayvan türünün geçirdiği evrim süreci incelendiğinde, ne badireler atlatmış bir tür olduğumuz ortada! Ancak baskın tür olmaya başladıktan sonra, nasıl yırtıcı ve yok edici bir tür olduğumuz gerçekliği de fazlasıyla ortada! Basitçe yaratma becerisini, baskın tür olduktan sonra devamlı olarak geliştirme üzerine yoğunlaştıran türümüz, geçmiş binlerce yıllık yazılı tarih arenasında, din baskısının etkisiyle neredeyse birkaç yüzyıl öncesine kadar üvey evlat muamelesi gören bilim sayesinde bu çabasında önemli bir yol katetti diyebiliriz. Bulunduğumuz yüzyılda neredeyse her gün bilimsel bir yeniliğin açıklandığı, bilimin artık üvey evlat muamelesinden çok, insan türünün daha kolay ve daha uzun yaşamak adına dört elle sarıldığı baş amacı haline geldiğini söylersek abartmış olmayız sanırım. Ülkemiz açısından her ne kadar bilim hâlâ "üvey evlat" gibi görülse de, gelişmiş dünyanın ilerleme hızını göz önüne alırsak, ne kadar farklı türevlerle ötelemeye çalışsak da bir şekilde yok olmamak adına o dünyaya ayak uydurmak mecburiyeti kaçınılmaz gerçeğimiz olarak tüm çıplaklığıyla duruyor karşımızda!

Harrison Ford ve Ridley Scott

Yaratıcılık kavramından bahsettik, insanın beynini sadece hayatta kalmayla mücadele odağından sıyırması ve farklı konulara yöneltmesi neticesinde pek çok farklı konunun tarih boyunca kitleleri nasıl etkilediğine bugün de şahitlik ediyoruz. Yoktan var etme hırsı, ölümden sonra hayat, ölmüş bir bedeni geri getirme çabaları özellikle son iki yüzyıllık süreçte saf bilimden önce bilim kurgunun ana konularından biri haline gelmiştir. Özellikle mekanik bedenlerin yaratılma çabalarını anlatan ve ilerleyen süreçte her yönüyle insan benzeri makinelerle ilgili hikâyelerin ortaya çıkması, içinde bulunduğumuz zamanda, bilimin bu konuyla daha yakından ilgilenmesini zaruri kılmıştır. Yapay zeka dediğimiz bu makinelerin varlığı bugün bir aç kapat düğmesiyle idare halindeyken ileride kendi başlarına karar verme yetisine sahip olduklarında nasıl hareket edecekleri sorusunu da gündeme getirmiştir. İnsani duygulardan şimdilik yoksun olan bu makinelerin benzer duygulara gerçekten sahip olacağı bir gün geldiğinde, sorulacak soru, "Yaratıcı mı korkmalı, yoksa yaratılan mı?" olacaktır gibi bir düşünceye de sahip olduğumu belirtmeliyim. İşte bu noktada, yaratan ve yaratılanın mücadelesine tanıklık ettiğimiz ve bilim kurgu türünün tartışmasız klasiği haline gelen Blade Runner ile karşı karşıya geliyoruz. Türün en sevilen yazarlarından biri olan Philip K. Dick tarafından "Do Androids Dream of Electric Sheep?" adıyla yayınlanan romanı, Blade Runner adıyla çekip filmi bir kült mertebesine ulaştıran efsane yönetmen Ridley Scott'ın elinden izlediğimiz bu şaheser, Vangelis'in müzikleriyle hüzünlü bir android - replicant masalına dönüşüyor adeta!

Ridley Scott ve Philip K.Dick

1982 Yılında çekilen filmi, beynimi ne kadar yorsam da ne zaman ve nasıl seyrettiğimi hatırlamıyorum. Tamamen karanlık bir sır, sinemada mı gördüm yoksa sadece video kaset çılgınlığı sırasında mı izledim? Ancak net bir itirafta bulunmam gerekirse ilk izlediğimde kesinlikle Harrison Ford hayranlığı ön plandaydı, bir de Alien'dan dolayı Ridley Scott! Açıkçası o yıllarda Philip K. Dick adı bana fazla bir şey ifade etmiyordu ve 80'li yıllarda çocuk klasikleri ile Teksas Tommiks'lere ilave olarak, SAS Malko ve James Bond romanlarına yöneldiğimi ve 1986 yılından itibaren her ay kaçırmadan Blue Jean dergisi almaya başladığımı net hatırlıyorum. Bilim kurguyu daha fazla keşfetmeye başladığım 80'ler sonu ve bütün 90'lı yıllarda önce Asimov ve Clarke, sonrasında Herbert ile başlayan ilgi haliyle PKD'e kadar ulaştırmıştı beni. Bıçak sırtı adıyla 1996 yılında Kavram yayınlarından çıkan kitabı heyecanla almış, bir çırpıda bitirmiştim. Düşünsenize, adından haberdar olmadığım yazarın iki kitabından sinemaya uyarlanan Blade Runner ve Total Recall filmlerinin BK türünde tüm zamanlar sıralamamda ilk on arasında yer almaları sanırım benim ayıbım olmuştur. Hayatının neredeyse tamamını California'da bir plak dükkanı işleterek geçiren ve yaşarken yazdıkları ilgi görmeyip ölümünden sonra gerçek değerini bulan, sevenlerinin kısaltmasıyla PKD, bilim kurgunun her daim kilometre taşlarından biri olduğunu göstermeye devam edecek. Tekrar filme dönecek olursak, ilk izlediğimde o karanlık atmosfer ve umutsuz görünümlü gelecek beni ziyadesiyle ürkütmüştü. Ancak Vangelis'in müzikleri, gösterdiğim tepkinin artmasında bir numaralı etkendi. Derinden etkileyen ve beynin bütün kıvrımlarına işleyen o destansı müzikler Blade Runner'ın kült mertebesine ulaşmasında hiç şüphesiz ana elementlerden biri olmuştu.


2019 yılı Los Angeles şehrindeyiz. Karanlık ve umutsuz bir geleceğin ortasında yaşam mücadelesi veren milyonlarca insanın yaşadığı şehir adeta dev bir çöplükten farksızdır! Tyrell şirketinin ürettiği ve köle olarak kullandığı replicant'lardan en son model 6 tanesi başka bir gezegende isyan çıkartır ve kaçırdıkları gemiyle Dünyaya gelirler. Amaçları yaratıcıları Eldon Tyrell'e ulaşmak ve genetik bir bozukluk sebebiyle yaklaşan ölümlerine bir çare bulmaktır. Los Angeles polis departmanında, "Bıçak Koşucuları" biriminde görevli Rick Deckard amiri tarafından kaçak replicantları bulmak ve etkisiz hale getirmek üzere görevlendirilir. Bu andan itibaren Los Angeles'ın yağmurlu, karanlık ve ürkütücü sokaklarında ölümcül bir kovalamaca başlar. Filmin yönetmeni olarak Dick, Martin Scorsese'yi istese de bu asla gerçekleşmez. Ridley Scott gelen ilk teklifi Dune projesiyle ilgilendiği için reddeder ancak daha sonra kabul ederek hazırlıklara başlar. Hampton Fancher ve David Peoples'ın senaryosunu yazdığı filmin çekimleri yaklaşık dört ayda biter. Warner Bros'un stüdyolarında karanlık atmosferli Los Angeles şehir yaratılır. Rick Deckard rolü için ilk önce Robert Mitchum düşünülür, Sean Connery, Gene Hackman, Burt Reynolds, Paul Newman gibi pek çok ünlünün başrol için isimleri geçse de Harrison Ford ile anlaşma sağlanır. Filmde replicantların bir nevi lideri durumunda olan Roy karakteri için Rutger Hauer tek aday olarak rolü kapar. Eldon Tyrell'in asistanı Rachael rolü de sıra dışı güzelliği ve oyun yeteneğiyle Sean Young'ın olur. 25 Haziran 1982 tarihinde Kuzey Amerika'da binden fazla salonda gösterime giren film tam bir gişe hüsranı yaşar. Eleştirmenler ikiye ayrılmıştır. Kimisi filmi fazla karmaşık ve sıkıcı bulurken, kimisi de bu karışıklığı filmin havasına çok uygun bulmuştur. İlerleyen yıllarda yönetmen Scott kendi kurgusuyla filmi tekrar vizyona sokar. Farklı bir sonu vardır burada Blade Runner'ın ve yapımcı firma Warner Bros da 25. yılı sebebiyle DVD ve Bluray versiyonlarında yine farklı kurgularla, farklı sonlar barındıran filmin setini  koleksiyoncular için piyasaya sürer. Blade Runner bugün neredeyse bütün eleştirmenlerin ortak fikrince sinemanın en iyi 100 filmi arasında gösterilmektedir. Bu kara film kategorisinde görülen BK klasiğinin müzikleri için Vangelis ekibe, Ridley Scott'ın daha önce Filme Chanel No. 5 reklamında China albümünden kullandığı müzikler ve Ateş Arabaları filminde müzikleri kurgulayan Terry Rawlings sayesinde girer. New Age tarzı müziğin tanrısı, Ateş Arabaları başarısından sadece bir yıl sonra yeniden efsane bir film için stüdyoya girecek ve kariyerinin en iyi işlerinden birine imza atacaktır.

Vangelis

Evangelos Odysseas Papathanassiou 29 Mart 1943 yılında Yunanistan'ın Volos kentinde doğdu. Daha 4 yaşında beste yapmaya başladı. Örgün eğitimden çok kendi kendini yetiştirdi. Piyano dersi almadı ve tüm sanat hayatı boyunca nota yazma ve okuma konusunda fazla bilgisi olmadı. Atina Güzel Sanatlar Akademisi'nde resim okudu.

Vangelis, 12 yaş civarlarında caz müziğine ilgi duymaya başlar ve daha sonra bu ilgi rock and roll'a kayar. Okul arkadaşlarıyla daha 15 yaşındayken ilk çalışmalarını yapmaya başlar ve 60'ların hemen başında The Forminx adlı pop grubunu kurar. Atina'da sahne alan grup cover parçalar dışında Vangelis ve Nico Mastorakis tarafından yazılmış İngilizce besteler de kaydeder. Grup başarılı performanslar sonrası 1966 yılında şöhretin zirvesindeyken dağılır.


1968'deki öğrenci olaylarında Paris'e taşınır ve Demis Roussos, Loukas Sideras ve Argyris Koulouris'le birlikte Aphrodite's Child isimli progresif rock gurubunu kurar. Birlikte, Avrupa'da hit olmuş bir single olan Rain and Tears'i çıkarırlar. 666 isimli albümleri, müzik tarihçileri tarafından devrimsel bulunur, progresif rock ve konsept albümlerinin gelişiminde mihenk taşı kabul edilir. Grup 1972 yılında dağılır. Vangelis, daha sonraki yıllarda Roussos'un birkaç albüm ve single'ının yapımcılığını üstlenir. Roussos, Vangelis'e bunun karşılığını yıllar sonra Blade Runner soundtrack'inde vokal yaparak verecektir.

Demis Roussos

1971'de Londra'da bir grup stüdyo müzisyeni ile yaptığı kayıtlar sanatçıdan izinsiz olarak 1978 yılında Hypothesis ve The Dragon adlı iki albüm olarak yayınlandı. 1972'de 1968 yılındaki öğrenci isyanlarından etkilenerek ilk solo albümü Fais Que Ton Reve Soit Plus Long Que La Nuit'i çıkardı. Gösterici marşları ve haber bülteni kayıtlarından bölümler de içeren albümün sözlerinin bir kısmı gösterilerde duvara yazılan sloganlardan oluşturuldu. 1973'te Vangelis, Fransız film yapımcısı Frederic Rossif'in iki filminin müziğini yaparak solo kariyerini sürdürdü.
Vangelis'in ikinci solo albümü Earth'ün kayıtları da 1973 yılında yapıldı. Perküsyonların ağırlıkta olduğu albümde Bizans müziğinden de etkileşimler vardı. Kayıtlarda Vangelis'e eski grup arkadaşı Argyris Koulouris ve daha sonra F.R. David adıyla çıkardığı "Words" single'ı ile dikkat çekecek Robert Fitoussi eşlik etti. Aynı kadro ile 1974'te "Odyssey" adı altında "Who" adlı bir single çıkardı. Bu dönemde Vangelis başka bir progresif rock grubu Yes ile klavyecileri Rick Wakeman'ın gruptan ayrılmasının ardından provalar yaptı. Gruba hiçbir zaman katılmamasına rağmen (Patrick Moraz alınmıştı gruba), ileride birçok albümde birlikte çalışacakları vokalist Jon Anderson’la çok yakın dost oldular.


Londra’ya taşınan Vangelis, RCA Records ile bir anlaşma imzaladı, kedine ait Nemo Studios'u kurdu ve eleştirmenlerin çok beğendiği Heaven And Hell (1975), Spiral (1977) ve China (1979) albümlerini kaydetti. Daha sonra, Heaven and Hell, Carl Sagan tarafından PBS televizyon dizisi Cosmos’un tema müziği olarak kullanıldı. Ayrıca, Yunan rock grubu Socrates Drank The Conium’um muhtemelen en önemli albümü olan Phos’un kayıtlarında yapımcı olarak yer aldı ve klavye çalma görevini üstlendi.
1976'da Rossif'in yönetmenliğini yaptığı La Fete Sauvage isimli belgeselin müziklerini yaptı. Bu albümde Batı müziğini Afrika ritmleriyle beraber kullandı. 1979'da Rossif için yaptığı ve kariyerindeki üçüncü film müziği albümü olan Opera Sauvage yayınlandı. Albümden "L'Enfant", daha sonra Peter Weir'ın 1982 tarihli filmi The Year Of Living Dangerously'de kullanıldı. Rossif ve Vangelis'in işbirliği Sauvage Et Beau (1984) ve De Nuremburg a Nuremburg (1989) albümleriyle devam etti.
Vangelis ve Irene Papas
1979'da Vangelis ve aktris Irene Papas'ın yorumladığı Yunan halk şarkılarından oluşan Odes yayınlandı. Albüm, Yunanistan'da çok büyük başarı kazandı. İkili 1986'da Rapsodies ile bir ortak çalışmada daha bir araya geldi.
1980 yılında deneysel albümü See You Later'ı yayınlandı. Bu albümdeki "Memories of Green" daha sonra Blade Runner soundtrack'inde de kullanıldı. 1981 yılında Chariots of Fire’ın müziklerini besteledi. Bir elektronik müzik çalışması olan soundtrack, dönemin trendleri ve karakteristiğiyle pek uyumlu olmamasına rağmen beklentilerin çok üzerinde bir başarı elde etti. Film, En İyi Film Akademi Ödülü dahil altı adet ödül kazandı. Vangelis de En İyi Özgün Müzik dalında Oscar ödülüne layık görüldü. Filmin açılışındaki tema müziği 1982 yılında single olarak yayınlandı ve 5 ay süren istikrarlı bir yükseliş trendinin sonunda listelerde bir hafta boyunca birinci sırada yer aldı. 
1982 yılında yönetmen Ridley Scott’la bir araya geldi. Blade Runner filminin müzikleri ikilinin ilk çalışması oldu. Albüm BAFTA ve Altın Küre adaylıkları kazandı. Ancak Vangelis ile yaşanan bir anlaşmazlık nedeniyle film müziği albümünde parçaları "The New American Orchestra" adı verilen bir grup stüdyo müzisyeni çaldı. 12 yıl süren anlaşmazlığın çözümlenmesinin ardından Vangelis'in çalışmaları ABD'de 1994 yılında yayınlandı. 2017'de film müziklerinin 35. yılı dolayısıyla orijinal film müziği albümü LP olarak satışa sürüldü. Scott ile Vangelis, Paramount Pictures tarafından yayınlanan 1992 tarihli 1492: Conquest Of Paradise filminde de beraber çalıştı. Film, Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfinin 500. yılı dolayısı ile çekilmişti. Vangelis'in müziği 1993 Altın Küre ödüllerinde en iyi özgün film müziği ödüllerine aday gösterildi.
Jon Anderson ve Vangelis
Vangelis, 1980'den itibaren Jon Anderson ile Jon & Vangelis olarak 11 yılda dört albüm çıkardı. 1981 ve 1986 yıllarında İtalyan şarkıcı Milva’yla çalıştı, ve özellikle Almanya’da “Ich hab’keine Angst” ve “Geheimnisse” albümleriyle önemli başarı elde etti. Ayrıca Jacques-Yves Cousteau’nun deniz altında çekilen belgesellerinin müziklerini yaptı. 1992’de, Fransa Vangelis'e, Chevalier des Arts et des Lettres unvanını verdi.
2001’de elektronikten çok orkestral bir albüm olan ve aslında 1993’te yazılmış olan Mythodea’yı yayınladı; eser NASA tarafından Mars özel görevleri tema müziği olarak kullanıldı. 2004 yılında Oliver Stone'un Alexander filminin soundtrack’ini çıkardı. 2007'de ise Yunan yönetmen Yannis Smaragdis'in 17. yüzyılda yaşamış Giritli ressam El Greco'nun yaşamını konu alan El Greco filminin müziklerini çıkardı. İkili 1997'de de Kavafis'in yaşamını konu eden Cavafy filmi için beraber çalıştı.
12 Kasım 2014 tarihinde Avrupa Uzay Ajansı'nın, Rosetta projesinin bir parçası olarak Philae'nın 67P/Churyumov-Gerasimenko kuyruklu yıldızına inmesi üzerine "Arrival", "Rosetta's Waltz", ve "Philae's Journey" adlı üç beste yapan Vangelis bu besteleri daha sonra internette yayınlandı. 
Sanatçı ekim 2016'da, şimdilik kariyerinin son çalışması olan Rosetta albümünü yayınladı.


Vangelis albümün hazırlık aşamasında senaryoyu okumaz. Filmdeki görüntülerin üzerinde bıraktığı etkiyle ana temayı besteler. Besteci "Ben bunun daha verimli ve ilginç olduğunu hissediyorum. Bu filmde müziği görüntüleri görür görmez yazmaya başladım," der. 2019'un Los Angeles'ını tanımlayan büyük bas davul sesini MasterRoom reverb ünitesiyle birleştirir. Memories of Green bestesindeki piyano sesini elde etmek için Steinway marka piyanosunu gitar pedalı ile filtreler. Deckard ve Rachael'in sahnesinde saksafon solosunu Dick Morrisey çalar. Kapanış jeneriği müziğini daha dinamik bir son olmasını istediği için hareketli besteleyen Vangelis, albümün tamamında elektronik ve akustik enstrümanları birlikte kullanır. "Ben her zaman içgüdüsel olarak beste yaparım, her şey doğal çıkar ortaya. Elektronik ve akustik aletler arasında fark görmüyorum ve benim için ses çıkaran her şey önemlidir. Onlara müziğimde her daim yer vardır." diyen besteciye albümde kadim dostu Demis Roussos da sesiyle vokal yapar. Stüdyoyla çıkan anlaşmazlık yüzünden 12 parçalık albüm ABD'de 12 yıl sonra yayınlanır. Daha sonra piyasaya 2 cd'lik ve 35 parçalık Exper Edition albümü sürülür. Blade Runner, kara film ve bilim kurgu türünde bir külttür ve Vangelis'in müziklerinin etkisi filmin bu yönde kabul görmesinde kuşkusuz çok etkili olmuştur.




Main Titles;



Decard'ın Replicant Leon Kowalski'nin evinden aldığı fotoğrafları incelerken verdiği komutları dinleyerek başlıyoruz parçaya. Repliklerin sonunda Vangelis'in derinlerden gelen müziğini işitiyoruz. 2019 Yılı Los Angeles şehrinin muazzam kasvetli havasına tanıklık ediyoruz. Karanlık bir atmosfer, dev binalar, sağdan soldan geçen uçan araçlar! Yavaşça yükselen parça, elektronik enstrüman uzmanı bestecisinin elinde atmosferin içine daha fazla odaklanmamızı sağlıyor. Şehrin üzerinde gezen kameraya eşlik eden müzik, şehrin kirli havasını ve gizemini kulaklara büyük bir başarıyla duyuruyor. Farklı seslerin eşliğinde alçalıp yükselen müziğin büyüleyici havasıyla sağlam bir giriş yapıyoruz albüme. 


Blush Response;



Rachelve Deckard'ın tanışma ânına tanıklık ediyoruz. İkilinin Tyrell şirketinin ana binasındaki diyaloglarına Eldon Tyrell de dahil oluyor ve Vangelis'in müziği hakimiyeti ele alıyor. Ağır tempoda ilerleyen ve elektronik enstrümanların ağırlıkta olduğu bir parça. Başından sonuna kadar aynı rotada ilerleyen parça adeta atonal bir havada ilerleyerek sonlanıyor.

Wait For me;


1980'li yılların klasik pop atmosferini yansıtan bir parça geliyor. Fonda parçaya eşlik eden insan sesi, temposunu yavaşça yükselten parçaya uyum sağlıyor. Saksafon solonun parçanın havasına müdahale etmesiyle sözü olmayan tipik bir pop parçası dinleniyormuş gibi olsa da, Vangelis'in sihirli orguyla yaptığı farklı dokunuşlar sayesinde her zamanki gibi yolundan sapmayan notalarıyla ilerleyen hafif tempolu parçayı bitiyoruz.

Rachel's Song;



Filmin önemli bir karakteri Rachel. Kilit nokta diyebiliriz ve belki de albümün en iyi parçalarından birini dinliyoruz. Çok hafif tonda başlayan ve devreye muhteşem bir sesin dahil olmasıyla tadına doyulmaz bir arya da diyebiliriz Rachel's Song için! Karakterin üzerinden perdeye yansıyan bütün hüznü ve gizemi kulaklara ileten çok başarılı bir beste. Parçanın yarısından itibaren Vangelis devreye giriyor ve elektronik enstrümanlarıyla temayı çalıyor. Devamlı aynı tempoda başlangıç ve gelişme olarak tanımlanabilecek iki ayrı bölümden oluşan parça, insan sesinin devreye girmesinin ardından, ağır ağır temposunun düşmesiyle sona eriyor.

Love Theme;



Aşk temasındayız ve albümün bir diğer mükemmel bestesi karşılıyor bizi. Dick Morrisey'in muhteşem saksafon solosu eşliğinde 80'li yılların bütün havasını soluyacağınız duygusal bir parça bu. Saksafon solo dışında Vangelis'in hafif dokunuşlarıyla ilerleyen tema Rachel ve Deckard arasındaki sıcaklığı fazlasıyla hissettiriyor.

One More Kiss Dear;


Don Percival'in vokaliyle dinlediğimiz parça, hoş bir aşk şarkısı. Filmde Deckard'ın Çin mahallesinde içki aldığı dükkanda çalan Big Band tarzı parça, Los Angeles'ın kasvetli sokaklarına çok yakışıyor doğrusu.

Blade Runner Blues;


Albümün en uzun parçasını dinliyoruz. Vangelis'in alıştığımız enstrümanlarıyla giriş yaptığı ağır tempolu ve geleceğin dünyasının kasvetini kulaklara başarıyla taşıyan bir beste bu. Caz havasının elektronik enstrümanlar aracılığıyla mükemmel yakalandığı eser yaklaşık sekiz dakikanın üzerinde sürerken, neredeyse sonuna kadar aynı tempoyla hiç değişmeden ilerliyor. Özellikle caz severler parçayı dinlerken, Vangelis'in org sesinin, kafanızda saksafonla yer değiştirmesi neredeyse kaçınılmaz oluyor.

Memories Of Grenn;


Sanatçının 1980 yılında çıkardığı See You Later albümünde ilk defa dinlediğimiz Memories Of Green'i,  albümün bana göre en iyi parçası olarak arzı endam ediyor kulaklarımızda. Sanatçının 1980 yılında çıkardığı See You Later albümünde dinledik ilk defa Memories Of Green'i. Vangelis, farklı bir piyano sesi elde etmek için Steinway marka piyanosunu gitar pedalı ile filtreler. Öylesine etkileyici bir müziktir ki bu, farklı sesiyle piyanonun esiri olursunuz ve gözlerinizi bir an kapattığınızda başka bir boyutta bulursunuz kendinizi. Filmde Rachel'ın beynine gömülmüş hatıralarının sahte olduğunu anlaması ve gözünden süzülen yaşları gördüğümüz sahnede çalan parça her bir notasıyla ruhunuza işliyor adeta. Memories Of Green, ne zaman başladığını ve ne zaman bittiğini fark etmediğiniz sarsıcı bir etkiye sahip. Melankolik havasıyla bütünleşmenin kaçınılmaz olduğu kozmik bir havaya sahip parça, defalarca dinlenesi bir eser. 

Tales Of The Future;


Deckard, karanlık ve ıslak Los Angeles geleceğinde sokakları arşınlarken fonda Vangelis'in kadim dostu, efsane ses Demis Roussos'un vokalini dinliyoruz. Bestecinin atmosfere uygun bestesine, büyüleyici sesiyle eşlik eden şarkıcının sayesinde kasvetli ortamı iliklerimize kadar hissediyoruz.

Damask Rose;


Vangelis'in tempoyu giderek daha ağdalı hale getirdiği parçalarından biri. Albümünde en kısa eseri. Şehrin ortamını yansıtan, açıkçası insanı adeta travmaya sürükleyen ve atmosferi çok başarılı yansıtan bir beste.

Blade Runner End Titles;


Kapanış parçası ve albümün de tek hareketli, dinamik bestesi. Vangelis'in akustik, elektronik bütün enstrümanları bir arada kullandığı parça, filmin bütününe tamamen zıt ama bir noktada onca kasvete rağmen umut kırıntıları barındıran bir geleceğin tasviri sanki. Sonuna kadar aynı hareketli tempoda ilerleyen parça davulların ve diğer farklı seslerin eşliğinde albümün tamamına sinen durgunluğu bir anda silip atıyor. Parça temposuna rağmen bünyesinde barındırdığı unutulmaz melodisiyle akıllarda daimi bir yer ediniyor.

Tears In Rain;


Efsane final sahnesindeyiz, binanın çatısında Rick ve Roy karşı karşıya! Sağanak yağmur altında geçen sahnede, bütün amacı herkes gibi yaşamak olan ve bunun uğruna yaratıcılarına karşı  şiddet kullanmayı göze alan bir canlının, yaşam süresinin son anlarındaki sözlerine tanıklık ediyoruz. Sinema tarihine geçen bu anlarda, replicant Roy Batty'nin "Ölmek... zamanı" sözleri ardından başının yavaşça önüne düştüğü görüntü, belkide en gösterişsiz ama en etkileyici ölüm sahnelerinden biri olarak hafızalarımız da silinmez bir etki bırakıyor. Vangelis'in derinden gelen ve aynı tempoda yağmura eşlik eden bestesi, son replicant'ın ardından, yaratıcılara atfen bir ağıt misali son notalarını kulaklarımıza ulaştırıyor.   


Vangelis müziği, direkt ruhun derinliklerine hitap eden bir yapıya sahiptir. Bestelerini nota olarak porteye dökmek yerine önce kafasında şekillendiren ve sonrasında bunu ölümsüzleştiren nadir sanatçılardan biridir. Bestelediği parçaların geneli tek bir kalıp üzerinde düz ilerler ve aralıklarla iniş çıkışlı bölümler girer araya. Hatta bazı parçaları en ufak bir nota değişikliği bile göstermeden başladığı gibi biter. Blade Runner'ın yapım aşamasında yukarıda bahsettiğimiz gibi, senaryoyu okumadan görüntüler üzerinden ana temayı yazan ve diğer besteleri büyük bir başarıyla filme yediren Vangelis, kariyerinin unutulmaz albümlerinden birine imzasını atmış. Özellikle elektronik ve akustik enstrümanların yanında kendi icadı seslerin kullanımında profesyonelliğini sonuna kadar kullanmış ve çok başarılı olmuş. Demis Roussos'un uhrevi sesinin vokal yaptığı bölüm, aşk temasında devreye giren Dick Morrisey'in saksafon solosu ve kapanışta albümün genel görüntüsüne tamamen zıt olan dinamik ve hareketli kapanış parçası ve tabi ki efsane Memories of Green ile Vangelis sınırları sonuna kadar zorlamış. Filmin genel havasının karanlık ve sevimsiz olduğunu düşünürsek, böyle ortamlara sahip yapımlara akılda kalıcı müzik bestelemenin ne kadar zor olduğunu da anlayabiliriz. Besteci bu konuda da farkını pozitif yönde fazlasıyla ortaya koymuş. Albümün tamamında genel olarak birbirinden bağımsız, farklı besteler olduğunu özellikle belirtmek lazım. Tek bir tema üzerinden, aynı temanın farklı versiyonlarına yazılmış besteler yok bu albümde. Besteci bilindik film müziği kalıplarından uzak durmuş. Yapım yılının 1982 olduğunu düşünürsek, o günleri, büyük bütçeli filmlerin neredeyse tamamında dünyaca ünlü senfoni orkestralarını ağırlıklı olarak kullanan bestecilerin çağı olarak tanımlayabiliriz. John Williams, Jerry Goldsmith, John Barry, Basil Poledouris, James Horner ve daha pek çok bestecinin zirvede oldukları bir dönemde, 1981 yılında Ateş Arabaları filmine yaptığı müziklerle Oscar ödülünü kazanan ve hemen ertesi yıl Blade Runner ile başarı grafiğini yükseltmeye devam Vangelis'i, sıradışı müziğiyle popüler isimlerin arasından sıyrılması karşısında hayranlıkla takdir etmemek haksızlık olur düşüncesindeyim! Albümde, farklı enstrüman ve sesleri bir araya getiren Vangelis, karanlık atmosferli ortamların gizemini doruğa çıkartan besteleri ve alışılagelmiş film müziği anlayışının dışına çıkan performansıyla her müzikseverin arşivinde muhakkak bulunması gereken bir çalışmaya imza atmış. Albümün mümkünse 2 Cd'lik Exper Edition versiyonunu edinebilirseniz, duble kaymaklı tatlı tadında olur! Yazımızın sonunda kapanış sözleri, replicant'ların lideri Roy Batty'den gelsin;

"Siz insanların aklının almayacağı şeyler gördüm. Orion'un yamaçlarında yanan hücum gemileri, Tannhauser geçidinin yakınında karanlıkta parıldayan C-ışınlarını seyrettim. Tüm o anlar zaman içinde yitip gidecek. Tıpkı yağmurdaki, gözyaşları gibi. Ölmek... zamanı" 


Hüzünlere gark olmadığınız, geleceğin barış umuduyla dolu dünyasında mutluluğunuz daim olsun sevgili dostlar!