TREVOR JONES, NOTALARIYLA KARANLIK BİR ŞEHRİ AYDINLATIYOR
Zaman zaman düşündünüz mü hiç, yaşadığınız hayatın gerçekten size
ait olup olmadığını? Eminim arada sırada aklınızdan geçmiştir, içinde
bulunduğunuz yaşamın bir yanılsama, bir bilgisayar programından ibaret olduğu!
Bilim Kurgu, her daim bu düşünceleri gerek yazınsal gerekse de görsel olarak
mümkün kılmıştır. Sınırsız bir düşünme ve yaratma kapasitesine sahip müstesna
beyinlerin yarattığı düşünsel zenginlikleri kağıda ve görselliğe dökmeleri
neticesinde Bilim Kurgu alanında bugüne kadar eşsiz örnekler okuduk ve izledik.
Türün özellikle son otuz yılına baktığımızda, bilgisayara bağlı beyinlerin
sanal dünyalarda gerçeğinden farksız hayatlar yaşadığı veya bilmeden o
hayatlara mahkum edildikleri kitap ve filmlerle daha fazla karşılaşıyoruz. 1982
Disney yapımı Tron, bize popüler bir bilgisayar oyununun içine giren
kahramanımızın maceralarını sunarken, 1999 yapımı Matrix ve yine aynı yıla
damgasını vuran Thirteenth Floor filmleri sanal dünya üzerine yapılmış en iyi
yapımlar arasında yerlerini almışlardı bile. 1998 yapımı Truman Show, konu
itibariyle her ne kadar sanal bir dünyayı anlatmasa da, gerçek dünyada
yaşadığını zanneden Truman'ın aslında bütün hayatını kapsayan bir televizyon
şovu içinde olduğunu anlatan bir başyapıttı. Bütün bu yapımların özellikle
90'lı yılların ortasından sonra birbiri ardına gelmeleri ve hepsinin de kalite
olarak üst seviyelerde olmaları Bilim Kurgu düşkünleri açısından fazlasıyla doyurucuydu.
Sanırım bu beş yıllık kısa zaman diliminin bizlere sunduğu görsel ziyafetin
1995 yapımı anime klasiği Ghost in the Shell filmiyle yakından ilgili olduğunu
belirtmeden geçmemek gerekir. Gösterime girdiği andan günümüze kadar her daim
başyapıt olma özelliği yanında popülerliğini kaybetmeyen bu harika yapıtın
sonrasında çekilen benzer filmlere ilham kaynağı olduğunu artık türün meraklısı
olan herkes biliyor. Bütün bu zengin materyalin içerisinde beni en fazla
etkileyen yapım ise 1998 tarihli Alex Proyas yönetiminde çekilen BK klasiği
Dark City olmuştur. Gerek kurgusu, gerek atmosferi, gerek oyunculukları ve
gerekse sıra dışı konusuyla "Karanlık Şehir" sadece bahsettiğim zaman
dilimi içinde değil, bütün sinema tarihi içinde Bilim Kurgu türünde çıkan başyapıtlardan
biri olarak defalarca izlenesi bir şaheserdir.
1998 senesi hayatımın en hareketli döneminin tam ortasına
tekabül eden bir yıldı. İstiklal Caddesinde, Atlas pasajının içinde yer alan
Atılgan kitabevi, özellikle Bilim Kurgu ve Fantastik materyaller başta olmak
üzere pek çok sıra dışı malzemeyi barındırması açısından benim için adeta bir
hazine sandığından farksızdı. Atılgan sayesinde daldığım bu hareketli yılların
koşuşturması arasında o döneme denk gelen harika bilim kurgu yapıtlarını da ardı
ardına izlemenin keyfini yaşıyordum ve Dark City bu keyfin tam merkezine
oturmuş, bugün bile her aklıma gelişinde ve yeniden izlediğimde hep aynı tadı
aldığım bir yapım olmuştur. Alex Proyas'ın bir başka harikası Crow'un ardından
çektiği Dark City bugün de yönetmenin kariyerindeki en iyi yapım olmayı
sürdürüyor. İlk izleyişin ardından heyecanla ikinci defa gittiğim filmin
özellikle atmosferi ve karanlık ortamı yansıtış biçimi çok etkilemişti beni.
Bugün bile kusursuz sayılabilecek efektleri ve sinema dünyasına kazandırdığı Rufus
Sewell'ın muhteşem oyunculuğu ve dönem itibariyle kariyerinin en başarılı
işlerine imza atan besteci Trevor Jones'un müzikleri, Dark City için kusursuz
etiketler oluyordu.
Yabancı bir otel odası ve başında ağrılarla yerden doğrulmaya
çalışan John Murdoch (Rufus Sewell). Bilmediği bir otel odası ve yanı başında
vahşice işlenmiş bir cinayete kurban giden tanımadığı bir ceset. Hafızasını
tamamen kaybetmiş ve karanlık şehirde ne yapacağını şaşırmış bir halde her
yerde aranan bir katil zanlısı John Murdoch! Peşine düşen Dedektif Bumstead'den
(William Hurt) kaçmaya çalışırken bir yandan da gerçeklere ulaşma çabasında
olan John, bu amansız mücadelede yer altında yaşayan The Strangers isimli garip
canlılarla karşılaşır. The Strangers'ların zamanı durdurmak, şehrin fiziki
şeklini değiştirmek ve insanların beyinlerine hükmetmek gibi özellikleri
vardır. Onlar da Murdoch'un peşindedirler ve beynini kontrol edemedikleri tek
insanın nasıl olur da kendilerine karşı koyabildiğini incelemek istemektedirler.
Gizemli Doktor Schreber'in de (Kiefer Sutherland) yardımıyla bu gizemi çözmeye
çalışan John Murdoch, gerçeğe yaklaştıkça olağanüstü bir keşfin sınırında
olduğunu da anlayacaktır. Senaryosu Lem Dobbs, David S. Goyer ve Alex Proyas
tarafından kaleme alınan Dark City gösterildiği yıl büyük bir beğeniyle
karşılanmıştı. Çoğu eleştirmenin başyapıt olarak nitelediği film, 1930'lu
yılların havasını başarıyla yansıtan atmosferi ve bütün bu koşuşturmanın
arasında güzeller güzeli Jennifer Connely'nin varlığıyla tam bir görsel şölen
sunuyor izleyenlere. John Murdoch'un eski anılarını bölük pörçük hatırlaması,
eşi Emma Murdoch'la (Jennifer Connely) olan hatıralarının sık sık tekrarlaması,
kayıp hafızasının yavaş yavaş yerine geldiği ve gizemin çözülmeye başladığı
bölümler gerçek anlamda kusursuzca işlenmiş sahneler olarak kafamızda yer
ediyor. Final sahnesi ise, heyecan ve şaşkınlığın tavan yaptığı anlar oluyor.
Bu eşsiz anlara refakat eden Trevor Jones besteleri ise, adeta karanlığa
boğulmuş şehri aydınlatıyor.
1949 Yılının Mart ayında Güney Afrika'nın Cape Town kentinde dünyaya gelen Trevor Jones, oturdukları caddenin karşısındaki eski ve yıpranmış sinemanın tozlu salonunda büyümüştü neredeyse. Sinemaya, özellikle de ses ve müziğe olan tutkusunu burada kazanmıştı. Jones 17 yaşında İngiltere Kraliyet Müzik Akademisine burs kazanır, ailesinde hemen herkesin film ve tiyatro endüstrisinde olduğu besteci onların da yoğun teşvikiyle İngiltere'ye gider. Burada geçen dört yıllık sürenin ardından Jones, Güney Afrika'da yaşanan siyasi gelişmelerden ötürü ülkesine dönmek istemez. Müzik eğitiminin üçüncü yılında yaptığı klasik müzik eleştirmenliğiyle BBC'nin dikkatini çeker. BBC bünyesindeki dört yıllık çalışma, kendisine 1970'lerin başında İngiliz vatandaşlığına geçme fırsatı yaratır. Burada geçen dört yıllık süreçte hemen her türlü müzik türünü inceleme fırsatı bulur. Bütün bu birikim sonucu dört yıllık bir ders planını hazırlamasında kendisine yardımcı olan York Üniversitesinden Prof. Dr. Wilfirid Mellers ile bir araya gelir. Daha sonra film müziği alanında üç yıllık yüksek lisans eğitimini tamamlamak üzere British National Film School'a gider. Burada, birçok öğrenci filminde film yapımının, yönlendirmenin, yazmanın ve fotoğraflamanın her yönünü görür ve aynı zamanda üniversitedeki herkesin müzik bestelediğini de öğrenir. Bestecinin alanındaki eğitimi toplam on iki yılını alır.
1980'de British National School öğrenci yurdunda besteci olarak çalışırken, yirmi iki öğrencinin projesi için müzik yazmıştır. Son yılında Akademi ödüllü kısa film The Dollar Bottom'un score müziğini yazar, 70'lerin sonu ve 80'lerin hemen başında pek çok kısa film ve proje üzerinde çalışır. Roger Christian'la çalışmasından kazandığı bir ödül ve bir İrlanda televizyon programına yaptığı müziklerin ardından ünlü yönetmen John Boorman tarafından keşfedilen bestecinin kariyeri 1981 yapımı Excalibur filmine yazdığı 55 dakikalık müzikle asıl başlangıcını yapar. Bu çalışmasından çok etkilenen dönemin usta ismi Jim Henson 1982 yapımı efsane film The Dark Crystal'ın müziklerini besteciye emanet eder ve ikili Henson'un ölümüne kadar hep beraber çalışırlar.
The Dark Crystal, bestecinin kariyer basamaklarını ikişer üçer çıkmasına vesile olmuştur adeta. Alan Parker, Barbet Shröder ve Ridley Scott gibi pek çok ünlü yönetmenle çalışan besteci, 1992 yılında sinema tarihinin en iyi soundtrack çalışmalarından biri olan The Last of the Mohicans'ın müziklerine imza atar. Piyasaya sürüldüğü yıl albüm milyonlarca kopya satar ve besteci daha sonrasında birkaç filminde daha bu albümdekine benzer müzikler besteler. Eşi ve dört çocuğuyla beraber Los Angeles'da yaşayan Jones, eski üretkenliğinden uzak olsa da müzikle olan bağını hiç kopartmadan çeşitli projelerde çalışmaya devam etmektedir.
Albüm filmin gösterime girişiyle birlikte piyasaya sürülür. On dört parçadan oluşur ve ilk altı parça filmde çalınan şarkılar ve kalan sekiz parça da Trevor Jones besteleridir. Filmin karanlık atmosferine uygun, gerilim tarafı ağır basan besteleri tercih eden Jones, orkestra hakimiyetini başarıyla kuruyor ve filmle uyumu hiç kaybetmiyor. Piyasa albümünün ardından Expanded Motion Picture Score olarak filmde kullanılan bütün bestelerin olduğu bir albüm daha sürülür piyasaya ve iki cd olarak çıkan albümde otuz sekiz parça yer alır. Albüm bir Last Mohican etkisi yaratmaz. Nihayetinde epik bir filmle karanlık atmosfere sahip, gerilim ve bilim kurguyu bir araya toplayan bir filmin müziklerinin de benzer olması mümkün değildir. Orkestranın tüm enstrümanlarıyla şaha kalktığı ana tema dışında, diğer bestelerin zaman zaman atonal tarza doğru kaydıklarını da belirtmekte fayda var. Nihayetinde Dark City sinema tarihinde klasik, kült, şaheser ve daha pek çok unvana sahip, tabiri caizse "taş gibi" bir film ve Trevor Jones besteleri karanlık atmosfere gayet iyi hizmet ederken, besteler aslında o karanlığı aydınlatan bir ışık gibi parlıyor dersek abartmış olmayız.
Main Title;
Giriş sahnesindeyiz ve şehrin üstünden, derinliklerine doğru inen kameranın Doktor Schreiber'e (Kiefer Sutherland) odaklanmasını izliyoruz. Orkestranın Adagio (yavaş) tempoda ağır ağır yükseldiği bölüm tüm orkestranın harekete geçişiyle Affettuoso (taşkın bir duyguyla) bir tonla beraber gerilim düzeyini yükselterek John Murdoch'un gözlerini açtığı otel odasına getiriyor bizi. Temposu yine düşen parça jeneriğin araya girmesiyle bizlere ilk defa ana temayı dinletiyor. Yaylı ve nefesli enstrümanların zirve yaptığı andan sonra belirli bir tonda gerilim düzeyini aynı noktada tutarak ilerliyor ve Murdoch'ı takip ederken otel odasına doğru gelen takipçilerinin görünmesiyle orkestra bir kez daha tempoyu yükseltiyor. Karanlık atmosfere uygun gerilim yüklü parça aynı zamanda albümün de en uzun bestelerinden biri.
Sway;
Gece kulübündeyiz ve ünlü Sway parçasını seslendiren Emma Murdoch (Jennifer Connely) ile ilk karşılaşmamız. Dumanlı atmosferiyle ve şuh bakışlarla söylediği harika parçayı seslendiren Anita Kelsey'in duru sesiyle bir geçiş sahnesi izliyoruz.
Doktor Schreiber ve Emma'nın tanışma anı. Orkestranın Adagio tempoda eşlik ettiği ve genelde aynı tempoda ilerlediği, zaman zaman yaylıların eşlik ettiği gizemli iniş çıkışların yavaşça yükselişe geçişini dinliyoruz. Orkestra harici farklı seslerin de tempoyu biraz yükselttiği bir parça!
DedektifBumstead'in (William Hurt) ofisinde kendi çaldığı akordiyon dolduruyor kulağımızı. Çok kısa ve klasik tonda olan bu parça, aniden gelen telefon sesiyle son buluyor.
Cinayet mahallinde cesedi inceleyen dedektif ve çaresizce şehirde ilerleyen John Murdoch'u izliyoruz. Adagio tempoyla girişe devam eden orkestra vurmalı enstrümanlarla biraz hareketleniyor ve temposu değişmeden gizemli atmosferinin desteğiyle ve nefeslilerin araya girmesiyle inişli çıkışlı kısa bir ânın ardından yaylıların devreye girmesiyle parça sonlanıyor.
No Way Out;
Ana temanın tüm ihtişamıyla giriş yaptığı bir parça. Gizemli cinayetleri inceleyen Dedektif Bumstead'den önceki kafayı sıyırmış Walenski'nin herkesi uyarmaya çalıştığı sahnede, orkestra ana temayla giriş yapıyor ve sonuna kadar tempo düşmeden devam ediyor.
John'u kendisini durduran polislerden kurtaran kızın sahnesindeyiz ve aynı tempoda ilerleyen orkestraya yaylıların iniş çıkışlarla eşlik ettiği bir geçiş parçası.
Bilboard;
En can alıcı bölümlerden birindeyiz. Murdoch elindeki Shell Beach kartpostalıyla ilgili bir reklam panosu görüyor ve oraya çıktığında ilk kez The Strangers'larla karşılaşıyor. Orkestra tempolu bir şekilde parçaya giriş yapıyor ve ilerleyen bölümlerde vurmalı çalgıların eşliğinde nefesliler ve yaylıların müthiş temposuyla zirveye çıkıyor. Elektronik seslerin de eşlik ettiği bölümde Murdoch'u etkisiz hale getirmeye çalışan Yabancıların başarısızlığa uğramalarıyla beraber, yer altına iniyoruz ve bir araya gelmiş yüzlerce Yabancının bu sorun hakkında ne yapmaları üzerine diyaloglarını dinlerken orkestra yavaşça tempoyu düşürüyor ve devreye koro giriyor. Parça sonuna kadar gerilimli insan sesleri kulaklarımıza eşlik ediyor.
Emma & John;
Murdoch'un evindeyiz ve Emma'nın gelişiyle ilk karşılaşmalarını izliyoruz. Fonda orkestra kısa ve yavaş tempoda bir geçiş parçasıyla eşlik ediyor ikiliye.
Bumstead Pursuit Part 1;
Dedektif Bumstead'in John'u evinde kıstırma anında kaçış bölümü öncesi hafif tempoda giriş yapan orkestraya yaylıların katılmasıyla beraber ilerledikçe temposu artan gizem yüklü bir parça.
Bumstead Pursuit Part 2;
John'un apartman içinde dedektiften kaçtığı anlardayız ve orkestranın gerilimli başlangıcı yerini bütün enstrümanların harekete geçtiği hızlı bir tempoya bırakıyor ve tempo hızını yükselttiği anda aniden kesiliyor.
Murdock In The Car;
Doktor Shcreber'i takip eden Murdoch yavaş yavaş kendisiyle ilgili gizemleri çözmeye başlıyor. Orkestra parça boyunca ağır bir tempoda ilerliyor ve gizemli atmosferi hiç terk etmiyor.
Bumstead Visit Walensky;
Cinayetleri araştıran ve aklını kaybetme noktasına ulaşan diğer dedektif Walensky'i ziyaret eden Bumstead, daha fazla bilgi elde etme amacında. Orkestra burada da vurmalı çalgıların hafif girişiyle başlıyor ve yaylıların kontrolü ele almasıyla sonuna kadar aynı tempoda devam ederken aniden hız kazanan orkestra gerilim düzeyinin zirve yaptığı bir yaylı ve nefesli karşımı tempoyla parçayı sonlandırıyor.
First Turning;
İlk dönüşüm başlıyor ve filmin doruğa ulaşan seyir halinde, bütün bir şehrin uyuya kalışı, sessizliğe bürünüşü eşliğinde Yabancıların belirlenmiş kişilerin hafızalarına müdahalelerine ve şehrin mimari yapısının değişimine tanıklık ediyoruz. Orkestra koro eşliğinde giriş yapıyor ve temposunu değiştirmeden devam ediyor. Koronun değişmeyen sesi altından yaylılar ve diğer enstrümanlar yavaşça giriş yapmaya başlıyorlar. Nefesliler yükselişe geçiyor ve gerilim dozu iyice yükselirken parça sonlanıyor.
Strangers Set The Scene;
Yabancıların şehri değiştirme ânına hazırlık aşamasında parçanın tamamı koro eşliğinde sürüyor ve bitiyor.
City Life;
Değişime uğrama aşamasındaki şehir ve insanları takip ediyoruz. Bir önceki parçanın neredeyse aynısı diyebileceğimiz, koroyla ilerleyen bir beste.
The Night Has A 1000 Eyes;
Bir kez daha Emma'nın çalıştığı gece kulübündeyiz ve Anita Kelsey'in sesinden The Night Has A 1000 Eyes parçasını dinliyoruz.
Mr. Hands Imprint;
Yabancıların inindeyiz. Doktor Schreber, Yabancılardan Mr. Hand'in beynine Murdoch'un anılarını yüklemek üzere. Bu sayede onu daha rahat takip edeceklerini düşünüyorlar ve fonda orkestra, yaylıların inişli çıkışlı ilerleyişi eşliğinde alıştığımız atonal tempoda ilerliyor. Bilgisayar destekli seslerin ani girişiyle yükselerek gerilim dozunu arttırıyor ve son buluyor.
Postcards From Uncle Karl;
Murdoch adım adım gerçeğe yaklaşıyor. Elindeki Shell Beach posta kartından yeni ipuçları keşfediyor. Orkestra ağır ve gerilimli tempoda inip yükselerek, yaylıların ve nefeslilerin eşliğinde ilerleyerek sonlanıyor.
Walensky's Suicide;
Aklını kaçıran eski polisin, Shell Beach'e metroyla ulaşmaya çalışan Murdoch'la hiç durmayan Ekspres trenin istasyonunda karşılaştığı ve intihar ettiği an. Orkestranın her zamanki ağır tempolu girişi ve farklı seslerin eşlik ettiği bir geçiş parçası dinliyoruz.
Small World;
Mr Hand ve Emma'nın diyaloglarına eşlik eden orkestranın yaylılar eşliğinde sonlara doğru alıştığımız aynı tempodan yavaşça yükselerek bitişini dinliyoruz.
You Must... Shell Beach;
Murdoch sonunda Karl amcasına kavuşuyor. Doğup büyüdüğü Shell Beach'e ulaşmak adına bir adım daha ilerliyor. Orkestra burada da Atonal havasını değiştirmeden devam ediyor.
Second Confrontation;
İkinci değişim zamanı, saat gece yarısı ve Murdoch amcasının evinde. Peşinde anılarına sahip Mr Hand ve karşılaşma anları. Koroyla açılışı yapan orkestra tempoyu yükseltirken, vurmalı çalgıların devreye girişiyle parça sonuna kadar hızlı bir ilerleyişle sürüyor.
Murdoch ve Mr. Hand'in arasındaki mücadeleyi izliyoruz ve orkestranın ağır temposu aniden yükselişe geçerek hızlanıyor. Gerilim dolu tempo vurmalı ve yaylı çalgıların kusursuz uyumuyla devam ediyor. Ana temanın da eşlik ettiği parça sonlara doğru temposunu ağırlaştırıyor ve yeniden orkestranın zirveye çıkışıyla sonlanıyor.
You Cant Remember... Can You;
Murdoch'u Mr.Hand'in elinden kurtaran Dedektif Bumstead sorgu odasında Murdoch'la beraber cinayetler ve gizemli olaylar konusunda hararetli bir tartışma içine giriyorlar. Orkestranın alıştığımız gizemli ve karanlık havası eşlik ediyor ikiliye. Mistik seslere orkestra eşlik ediyor. Diyalogların altında sonuna kadar aynı tempoda ilerleyen bir parça.
What If... ;
Murdoch derdini anlatma çabasında ve Dedektiften sonra eşi Emma'yla aralarında geçen diyaloğa eşlik eden orkestra bir önceki parçada olduğu gibi mistik havasını sürdürüyor.
Bath House;
Murdoch tutuklu olduğu için eşiyle cam arkasından telefonla konuşuyor ve bu noktada orkestra yaylılar eşliğinde giriş yapıyor ve ikiliye odaklanıyor. Filmin muhteşem aşk temasının ayak sesleri duyulmaya başlıyor ve bütün orkestranın ayakta olduğu muhteşem temanın ihtişamıyla çok kısa bir süre olsa da kulaklarımız huşuyla sarmalanıyor. Bu yükselişin ardından gerilim dozu orkestraya tekrar hakim oluyor ve Yabancıların karakol baskını sahnesiyle orkestranın tedirgin edici müziği doruk noktaya ulaşıyor.
Schreiber Tells All;
Doktor Schreber havuzda ve Murdoch gizlice gelerek kendisine tüm gerçeği anlatmasını istiyor. Dedektif de yanlarında ve doktordan kendilerini Shell Beach'e götürmelerini istiyor. Orkestra tedirgin bir başlangıçla giriş yapıyor. Gerilim dozunu her zamanki farklı seslerle destekleyerek ilerliyor ve parçanın tam ortasında bütün sertliği ve görkemiyle ana tema devreye giriyor. Seslerin en üst seviyeye çıkışının ardından tekrar düşen tempo iyice azalarak sonlanıyor.
Shell Beach;
Yolun sonu! Sonunda Doktorun rehberliğinde Shell Beach'e ulaşan Murdoch ve Bumstead’in karşısında sadece bir duvar var. Orkestra her zamanki gerilim temposunu daha da yoğunlaştırıyor. Yaylılar hakimiyeti tamamen ele alıyorlar ve sahnede yaşanan şaşkınlık ve hayal kırıklığını en iyi biçimde yansıtıyorlar.
Edge Of The City;
Shreiber Imprints Murdock;
Murdoch The Strangers'lara teslim olmuştur. Yabancılar Murdoch üzerindeki değişimi incelemek üzere kendisini ana üslerine götürüyorlar. Yabancılar Murdoch'un ruhuyla birleşme hazırlığı içindeler ve Doktor Schreiber kendisine yükleme yapmak üzere. Orkestra tedirgin edici havasını devam ettiriyor ve atonal hava parça sonuna kadar farklı elektronik seslerin de eşliğinde sürüyor.
Final Conflict;
Muhteşem final sahnesindeyiz. Murdoch ve Yabancılar karşı karşıya. Yaşanan mücadeleye orkestra süper bir tempoyla giriyor. Ana temanın tüm görkemiyle arz-ı endam ettiği parça Agitato (hızlı, sarsıntılı, heyecanlı) bir tonda, sonuna kadar bir saniye durmadan ve yavaşlamadan, heyecan dozunu en üst limite çıkartarak devam ediyor.
I Have The Power;
Murdock Yabancılarla girdiği mücadelenin sonunda onların bütün gücüne sahip olmuştur artık ve yaşadıkları dünyayı kendi istediği gibi şekillendirmek onun elindedir. Hep hayalinde olduğu gibi, Shell Beach ulaşmak istediği tek yerdir. Orkestra sakin bir giriş yapıyor yaylılarla ve müzik yavaşça yükselerek gerilim dozundan arınmış umut dolu bir besteye dönüşüyor. Görkemli bir havada orkestra Affettuoso (taşkın bir duyguyla) bir havayla devam ederken yavaşlıyor ve parçaya tekrar yaylılar hakim oluyor. Bitiş ânı duygu yoğunluğunun en üst seviyeye çıkışıyla gerçekleşiyor.
Would You Like To Join Me;
Emma Yabancılar tarafından alınan hafızası yüzünden artık Anna ismiyle bir hayat sürmektedir ve John duvarların dışında hayal ettiği Shell Beach'i yaratır. Önündeki kapıdan ileri atacağı bir adım sonrasında ilk defa göreceği güneşi yaratır. Kapıyı açtığında gözleri kamaşır ve önünde uzanan iskelenin sonunda kendisini bekleyen Anna'yı görür. Yanına yaklaşır ve yüzüne vuran hafif rüzgarla beraber okyanusun kokusunu içine çeker. Sahnenin sonunda John ve Anna beraberce Shell Beach'e doğru yol alırken bu destansı filmin de sonuna geliriz. Dinlediğimiz parça belki de albümün en iyi parçası. Orkestranın artık üzerindeki gerilimi attığını rahatlıkla işitiyoruz. Yaylılar daha fazla hakim artık ve başlangıç bölümündeki ağır tempo ilerledikçe yerini huşu içinde dinlenen muhteşem ve görkemli bir performansa bırakıyor. Özellikle yaylıların yükselmeye başladığı ve sizi sarıp sarmaladığı anlar albümden alacağınız keyfin zirve yaptığı dakikalar. Böylesine muhteşem bir filme yakışan görkemde ilerleyen parçanın bitiş ânı John Murdock ve Anna'nın aşk teması ile finale ulaşıyor.
Kapanış jeneriği ana temanın hızlı girişiyle başlıyor. Bir anlık durgunlukla koronun baskıcı sesini işitiyoruz. Vurmalı çalgılar durmadan devam ederken aniden kesiliyor ve devreye yaylıların muhteşem performansıyla diğer ana tema giriyor. Bu noktada dingin ve keyif veren müziği ruhumuzda hissediyoruz. Bu dingin hava bir anlık Agile (çabuk, çevik) temanın araya girmesiyle bozuluyor ve yine yavaşlayan parça bir an sonra tekrar hareketli ana temanın baskın girişiyle son buluyor.
The Night Has 1000 Eyes;
Emma'nın çalıştığı gece kulübünde seslendirdiği parçanın tamamını Anita Kelsey'den dinliyoruz.
Sway;
Gece kulübünde, Emma'nın seslendirdiği bir diğer unutulmaz klasiklerden Sway ve Anita Kelsey'in muhteşem yorumuyla yine tamamını dinliyoruz.
Dark City (Trailer);
Filmin gösterime girmeden önce yayınlanan trailer'ı için bestelenen ve farklı bir bestecinin elinden çıkma gerilim dozu hayli yüksek, daha çok elektronik müziğe kayan bir parça.
Dark City, Bilim Kurgu sinemasının klasikleri arasına girmiş bir yapım olarak türün hakkını sonuna kadar veren bir başyapıt. Çeşitli zaman dilimlerinde filmi izledikçe ayrı tatlar alınabiliyor ve içinde taşıdığı felsefeyi izleyiciye anlam karmaşası yaratmadan verebilen bir yapım. Filmin atmosferini göz önüne aldığımızda, karanlık ve gerilim ağırlıklı görüntüsüyle müzik bestelemenin kolay olmayacağı rahatlıkla tahmin edilebilir. Sizlere tanıtmış olduğum albüm piyasaya çıkan ticari olanından farklı olup, filmin ilk saniyesinden kapanış jeneriğine kadar çalan parçaların tamamının toplandığı bir albüm. Haliyle bu iki cd'lik albümün hepsini dinlemek o kadar kolay değil. Çünkü parçaların pek çoğunun filmin sahnelerine göre ayarlanıp yazıldığını düşünürsek dinlenebilirlik oranının da düşük kalacağını kestirmek güç olmaz. Filmin yarısından sonraya kadar devam eden gerilim yüklü karanlık atmosferden yavaşça sıyrılmaya başladığımız andan itibaren Trevor Jones'un duygulara dokunan bestelerini daha fazla işitmeye başlıyoruz. Özellikle gerilim dozu yüksek ilk ana temanın ardından, yaylıların ve klasik orkestranın hakimiyetindeki parçaların verdiği dinginlik duygusunun ruh halimize daha uygun oldukları da yadsınamaz bir gerçek. Dark City, bestecinin en iyi çalışması değil elbette. Ancak kesinlikle üst düzey ve akılda kalıcı temasıyla pek çok benzerinin arasından açık ara farkla sıyrılıyor. Böylesine kült mertebesine ulaşmış bir yapımın müziklerinin de analizi çok kolay olmuyor açıkçası. Bazı bestelerin filmin önüne geçtiğine daha önce de defalarca şahit olmuş biri olarak, Dark City'nin müzikleri, kesinlikle filmi tamamlayıcı özelliklere sahip ve birbirlerinin önünü kesmeden mükemmel bir uyumla ilerliyorlar. Bestecinin gerilim yüklü atmosferden, umut dolu bir geleceği betimleyen tempoya yaptığı dönüş kesinlikle sırıtmıyor ve sahnelere ustalıkla yedirilen bestelerin dinlenebilirlik oranları doğal olarak ikinci yarıdan sonra daha fazla yükseliyor. Karanlık ve ürkütücü ortamların, görkemli bestelerle bezenmiş yepyeni bir dünyaya dönüşüm aşamasına eşlik eden müzikler kulaklarda unutulmaz bir performansla iz bırakıyor. Özellikle film müziği meraklılarına piyasa işi albüm yerine hararetle bunu tavsiye ediyorum. Koleksiyoncuların arşivlerinde özel bir yerde durması gereken, birinci sınıf bir işçilik çıkmış usta besteci Trevor Jones'un elinden. Son sözleri John Murdoch söylesin bizim için;
"Bizi insan yapanın ne olduğunu bilmek ister misin? Onu beynimizin içinde bulamayacaksın. Yanlış yere baktın!"
Anılarınızın ve yaşadığınız Dünyanın ışıltısının hiç kaybolmadığı bir hayat dilerim hepinize sevgili dostlar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder